Efendiler efendisi (aleyhi ekmelüttehâyâ) tarafından Mekke müşriklerine elçi olarak gönderilen Hazreti Osman’ın Hudeybiye’ye dönüşü biraz uzar. Arkasından da müşrikler tarafından şehit edildiği şâyiası duyulur. Her ne kadar başlangıçta savaşma niyeti olmasada bu haber üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Kureyşle savaşmaya karar verir, Sahabe-i Kiram’dan da kanlarının son damlasına kadar savaşacaklarına dair biat etmelerini ister. Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) bir ağacın altına oturur, Sahabe-i Kiram teker teker gelip Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in elini sıkar ve O’nu asla yalnız bırakmayacaklarına dair söz verirler. En sonunda Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) bir elini diğer elinin üstüne koyar, “Bu da Osman’ın (radıyallâhü anh) eli” buyurur ve ekler; “ Şahit olun, ben Osman’ın (Radıyallâhü anh) yerine biat ediyorum.”
Daha sonra bu haberin yalan olduğu anlaşılmış ve savaşa gerek kalmadan -bizatihi kendisi bir fetih olan- Hudeybiye anlaşması imzanlanmış olsa da Sahabe-i Kiram zor bir teslimiyet imtihanından da başarıyla çıkmış ve Allah (celle celâluhu)’yu hoşnut edecek bir tavır sergilemişlerdir.
İslâm Tarihi’ne “Bey’atu’r- Rıdvân” ismiyle nakşolan bu biatın sebebi Hazreti Osman’dır ve bu biat aynı zamanda, Allah (celle celâluhu)’nun, canları pahasına, verdikleri sözde sadakat sergileyen Sahabe-i Kiram’dan hoşnutluğunu bildiren ayet-i kerîmenin sebeb-i nüzulüdür. Nitekim bu biat sonrası şu ayet nazil olmuştur: “Gerçekten Allah, (Hudeybiye’de) o ağacın altında sana biat ettikleri zaman, müminlerden razı oldu. Onların kalplerindeki ihlâsı bildiği için üzerlerine sekîne, huzur ve güven indirdi. Onları hemen yakında gerçekleşen bir zaferle ve alacakları birçok ganimetle mükâfatlandırdı. Allah azîz ve hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
Hazreti Osman cömertlik ve Allah yolunda infak hususunda zirve sahabilerden biridir. Ticaretle meşgul olması münasebetiyle geniş imkânlara sahip olan Hazreti Osman özellikle de zor zamanlarda yaptığı fedakârlıklarla başta Efendimiz olmak üzere bütün sahabe-i kiramın takdirine mazhar olmuştur. Tebük gazvesi esnasında ordunun neredeyse üçte birisini teçhiz etmesi bunun en güzel örneklerinden biridir.
Tevbe Suresinde değişik yönleriyle anlatılan Tebük gazvesi, hicretin dokuzuncu senesinde vuku bulmuştur. Yaz mevsiminin bütün hususiyetleriyle kendini hissettirdiği, gölgenin en çok aranır olduğu ve hasat zamanın yaklaştığı bir zamanda Müslümanlar savaşa çağrılmıştı. Hem de dönemin en kuvvetli imparatorluklarından biri olan Bizans’a karşı. Genelde hedefini izhar etmeyen Efendimiz; gidilecek yerin uzak olması, düşmanın sayıca çok teçhizat bakımından da kuvvetli olması hasebiyle bu seferin Rumlara karşı olduğunu Sahabe-i kirama bildirmiş ve ona göre hazırlık yapılmasını istemişti.
Hem elde bulunan imkânlar hem de iklim şartları itibariyle zor bir savaştır. Bu yüzden de Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bazen fert fert bazen de toplu olarak inananları bu gazveden geri kalmamaları hususunda uyarıyor ve ellerindeki bütün imkânları bu uğurda seferber etmelerini istiyordu. Yine bir gün mescitte bir hutbe irad eder ve Tebük gazvesine gidecek olan fakat mali darlık içindeki orduyu teçhiz etmeye ve gerekli yardımı yapmaya Ashab-ı Kiramı teşvik eder. Bu esnada Hazreti Osman söz isteyip “gerekli malzemeleriyle birlikte yüz deveyi ben veririm” der. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), minberden bir basamak aşağı inerek yine müminlerden bu orduya yardım etmelerini ister. Hazreti Osman tekrar söz alır ve gerekli malzemeleriyle birlikte yüz deve daha vereceğini söyler. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir basamak daha iner ve aynı talebini biz kez daha tekrarlar. Yine cevap Hazreti Osman’dan gelir; “gerekli malzemeleriyle birlikte yüz deve daha veririm”. Bu hadise Allah Resulünü (aleyhi ekmelüttehâyâ) öyle duygulandırır ki ellerini semaya açar ve şöyle dua eder: “Allahım, Osman’dan razı ol. Çünkü ben ondan razıyım.” Ve arkasından da ekler: “Bu günden sonra yapacağı olumsuz davranışlar ve ameller Osman’a (Radıyallâhü anh) zarar vermez.”