“Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat ettiğinde, babamın karşılaştığı zorluklar, sağlam dağlara yüklenseydi, onları paramparça ederdi.” Hazreti Âişe validemizin bu sözü ilk halife Hazreti Ebubekir’in ne zorluklarla bu görevi ifa ettiğini açıkça gösteriyor. Fakat O da biliyordu ki peygamber varisi olmak kolay değildi. Bununla birlikte her ne zorluk olursa olsun başta Allah’ın (cc) izni sonra da sağlam, güvenilir, peygamberâne azim, peygamberâne gayret ve peygamberâne fetanet sahibi dostlar ve yardımcılar sayesinde hepsinin üstesinden gelinebilirdi. Bu yüzden daha hilafetinin ilk günlerinde, bizzat Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından techiz edilen Hazreti Üsame komutasındaki orduyu Şam üzerine gönderirken torunu yaşındaki Hazreti Üsame’den bir ricası vardı; peygamber veziri Hazreti Ömer’in kendisine yardımcı olmak üzere Medine’de kalması.
Kısa süren hilafeti müddetince Hazreti Ömer’i yanından ayırmayan Hazreti Ebubekir hastalanıp yatağa düştüğünde imamet vazifesini Hazreti Ömer’e vermiş ve kendisinden sonra halife olarak O’na biat edilmesini istemişti. Hazreti Ömer’in sertliğinden yakınarak, O’nu halife tayin etmesinden dolayı hakkın huzunda hesaba çekilirse ne diyeceğini soran bir sahabiye de şu cevabı verir: “Rabbime kavuşup O’nun huzuruna çıktığımda bu husus, bana soracak olursa; “Senin halkın üzerine onların en hayırlısını halife bıraktım.” diyeceğim.”
Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ) ve Hazreti Ebubekir zamanında ekilen tohumlar Hazreti Ömer’in hilafeti döneminde meyve veriyor, birçok belde ”“daha da önemlisi- gönüller İslam adına fethediliyordu. Hazreti Ömer’in önderliğinde inanlar, Allah’ın ismini yüceltme aşkıyla Yaratıcı ile kulları arasındaki (cismaniyetimiz itibariyle varolan) manileri bir bir bertaraf ediyor ve gönülleri Allah’la buluşturuyorlardı.
Allah Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem); “Ömer’i çokca anın. Zira O’nu andıkça adaleti hatırlarsınız. Adalet hatırınızda olduğu müdetçe de Yüce Allah’ı unutmazsınız.” mübarek sözleriyle vasfettiği Hazreti Ömer, yönetimde gösterdiği hassasiyet ve îlâ-yı kelimetullah yolunda aşk u heyecanıyla adeta insanlara saadet asrını anımsatıyordu. En küçük daireden en büyük daireye kadar, mesuliyet duygusunun kendisine yüklemiş olduğu sorumluluk şuuruyla hareket eden Hazreti Ömer, bir taraftan gecelerini namaz ve dua nurlarıyla aydınlatıyor, aile efradını da “Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; bilakis Sana rızık veren biziz. Güzel sonuç, takva iledir.” (Tâhâ,132) âyetini okuyarak uyandırırıyor, diğer bir taraftan da Fırat’ın kenarında ölen bir deve veya koyundan dolayı hesaba çekileceğinin korkusuyla yaşıyordu.
Hazreti Musa zamanında büyük bir kıtlık olur. Defalarca yağmur duasına çıkılmasına rağmen beklenen rahmet esintisi bir türlü gelmez. Sonunda Hazreti Musa Kelîmullah Alemlerin Rabbine bir kere daha musırrâne yalvarır ve dualarına icabet edilmeyişinin hikmetinden sual eder. Ardından kendisine şöyle nida edilir: “Ey Musa! İçinizde bir günahkâr var ve içinizde bulunup tevbe etmediği sürece duanıza icabet adilmeyecek.” Bunun üzerine Hazreti Musa tekrar yalvarır ve o günahkarın kendilerine bildirilmesi ister. Allah Teâla da Hazreti Musa’ya, kulunu ifşa edip mahcup etmeyeceğini ancak herkesin kendini o günahkâr kul bilip hâlis, ciddî ve yürekten tevbe ederek Rabbilerine yönelmeleri gerektiğini nida eder.
Hazreti Ömer’in hilafeti esnasında da zaman zaman yağmur şeklinde tecessüm eden rahmet inkıtâa uğruyor ve bu tür kıtlıklar yaşanıyordu. Bu gibi durumlarda Sahabe-i Kiram yağmur duası için samimiyetine ve Allah’la olan irtibatina güvendikleri Hazreti Ömer’e koşuyorlardı. O ise bütün bu olanları kendinden biliyor, bir köşeye çekilip tevbe ediyor ve dua dua yalvarıyordu: “Allahım! Ümmet-i Muhammed’i, Ashab-ı Resûlullah’ı benim günahlarımdan dolayı mahvetme. Yağmursuzluk benim günahlarım sebebiyledir.”
Bütün hayatını bu çizgide sürdüren Hazreti Ömer, hain bir köle tarafından hançerlenip şehadet şerbetini içerken bugün ülkemizin sahip olduğu toprağın üç katından daha büyük bir alana hükmediyordu. Fakat geride bıraktığı mal vereceklerine yetmiyordu ki son nefesini verirken oğlu Hazreti Abdullah’a, en yakınlarından borç alıp onları ödemesini istiyordu.
Bu faslı da Hazreti Ömer’in Hazreti Ahnef’e söylediği birbirinden değerli tavsiyelerle bitirelim; “Ey Ahnef! Çok gülenin, heybeti azalır. Alay edenle, alay edilir. Bir şeyi devamlı yapan, o şeyle anılır. Çok konuşan, çok yanılır. Çok yanılan ve hataya devam eden sonunda yüzsüz kalır. Hayâ perdesi yırtılıp yüzsüz hale gelen kimsenin, Allah korkusu (verâ) azalır. Verâsı azalan kişinin de kalbi katılaşır.”