Posts Tagged ‘Diriliş Süvarileri’

Diriliş Mimarlarının Vazifesi

Herkul | | KIRIK TESTI

Günümüzde Müslümanlık adına yaşanan çoğu problemin arkasında, Müslümanlığı içine tam sindirememiş, ihlas ve ihsan şuuruna erememiş şekil Müslümanları vardır. Onların, İslâm’ın ortaya koyduğu kriterlere aykırı davranışları, helâl-haram sınırlarını tanımamaları, İslâm’ın ve Müslümanların adına leke çalıyor, duruşunu bozuyor. Diriliş süvarilerinin yerine getirmesi gereken öncelikli vazife, ruh ve kalb hayatımız adına yitirdiğimiz değerleri yeniden ihya etmek ve bunların bütün canlılığıyla tabiatlara mâl olmalarını sağlamaktır. İnsanlığın şeklî ve surî Müslümanlıktan kurtulması da buna bağlıdır. Bu değerlerin başında ise ihlas gelir.

İhlas ve Rıza

İslâm’ın muhtevasını bir şiire benzetecek olursak, onun kafiyesi ihlastır ve bu, bütün amellerin derin bir kulluk şuuruyla yerine getirilmesi ve Allah’la irtibatlandırılmasıdır. Bilindiği üzere ihlas, yapılan her amelin sırf Allah emrettiği için, sadece O’nun rızası hedeflenerek yapılmasıdır. Hz. Pir’in Birinci Söz’ün başında dediği gibi insanın Allah için işlemesi, Allah için başlaması, Allah için görüşmesi, Allah’ın rızası dairesinde hareket etmesi, yani kısaca bütün işlerini O’nun rıza ve hoşnutluğunu gözeterek yapmasıdır. Elimizi dua için her kaldırışımızda Cenab-ı Mevla’dan rıza ve ihlas istemeliyiz. Bu konu o kadar önemlidir ki bir kişi akşama kadar hiç durmadan “Allahumme el-ihlas ve’r-rıda (Allahım, Senden ihlas ve rızanı istiyorum)” dese yine de azdır. Çünkü bir mü’minin bütün dünyevî mülâhazaları elinin tersiyle bir kenara iterek saf ve dupduru bir kulluk şuuru kazanması yaratılış gayesine matuf en büyük hedeftir. Bu açıdan değil sadece dünyevî beklentiler, kulluktaki zirve, ibadetlerin uhrevî beklentilere bile bağlanmaması, sadece ve sadece Rabbimizin hoşnutluğunu kazanmak için yapılmasıdır.

Ne var ki böyle bir ufku yakalamanın kolay olmadığı da bilinmelidir. İhlasa musallat olan, onu delik deşik eden ve güve gibi kemiren o kadar çok şey var ki! Beşerî garizeler, rahat ve rehavet duygusu, şöhret arzusu, pes bayağı hisler, dünyevî çıkarlar vs. bizi ihlâs ve samimiyetten uzaklaştırıyor, uhrevilik ve melekûtiliğe açılmamıza mâni oluyor ve bize en büyük mazhariyetleri kaybettiriyor. Dosdoğru bir yola girmiş insanların bile dikkatli yaşamadıkları takdirde süfli duygular ve cüzi menfaatlerden ötürü zamanla ihlas kırılmaları yaşayabilirler; Allah yolunda yürüdüklerini zannetseler de sukuta maruz kalabilir, kazanma yolunda kaybedebilirler.

Çok iş yapmak, büyük işler çevirmek, büyük çemberler döndürmek marifet değil; asıl marifet, yapılan her şeyi O’nun rızasına bağlayabilmektir. Zira marziyat-ı ilahiyeye bağlılıktan daha ulvi bir şey yoktur. Amel ve hizmetlerinizde ihlası yakalayamadığınız takdirde dünyanın rengini değiştirseniz dahi kendinizi kaybedersiniz. Zahiren çok kazanmış gibi görünseniz de Allah katında kaybetmiş tali’sizler kategorisine dahil olursunuz. Başardım zannettiğiniz işler de uzun ömürlü olmaz. Saman alevi gibi gelir geçer. Bu yüzden yapılan her işte ihlası yakalamaya çalışmalı, bunun için de iç mücadelenizi sürekli devam ettirmelisiniz.

İhlas Nasıl Kazanılır

İnsan, marifet-i Sani konusundaki derinliği ölçüsünde ihlasa muvaffak olur. Hakiki ihlâsa ulaşabilmek, marifetullahın, insanın bütün benliğine hükmetmesine bağlıdır. Böyle biri, ağzını açarken, konuşurken, gözlerini kırparken, elini-ayağını hareket ettirirken Rabbinin huzurunda olduğu şuuruyla yapar, bunu bir lahza olsun hatırından çıkarmaz. Bakışları derindir, tavırları ciddidir, duruşu vakurdur, sözleri edeplidir… Bütün tavır ve davranışları iman-ı billâh, marifetullah ve mehafetullahın (Allah’a inanıp O’nu tanıma ve O’na karşı saygıyla dopdolu olma) güdümündedir. Ondan münasebetsizce tavır ve davranışlar sadır olmaz. Marifetullah bu ölçüde insan benliğini sarar, ona hükmederse o kişinin imanında derinlik, amellerinde de ihlas olur.

Yeni bir ihya hareketinin, insanlığın ve Müslümanlığın yeniden layık olduğu veçhile temsil edilmesinin peşinde koşanların yapmaları gereken temel vazife, bu kulluk şuurunu canlandırabilmektir. Mesele sadece insanları namaza alıştırma değildir; tabir-i caizse onları “namaz delisi” yapabilmektir. Hadis-i şerifte ifade edildiği gibi, mescitten çıktıktan sonra kalbini mescitte bırakan, bir sonraki namazı iple çeken namaz delileri. Öyle ki onlar mesela öğle namazından çıktıktan sonra, “Yahu niye bu müezzinler bir an evvel ikindi ezanını okumuyorlar! Okusalar da koşa koşa gidip bir kere daha Cenab-ı Hakk’ın dergâh-ı huzurunda kemerbeste-i ubudiyet içinde el pençe divan dursak, başımızı yere koyup yüzümüzü Hakk’ın kapısının eşiğine sürsek, O’nun büyüklüğünü kendi küçüklüğümüzü ifade etsek!” diyecek ölçüde ibadete kilitli yaşamalılar. Sadece namaz değil, orucun da, infakın da, diğer ibadetlerin de delisi olmalılar. Bütün ibadetleri ihlasla ve şuurlu bir şekilde yerine getirme noktasında çok kararlı durmalılar.

İhlas dolu böyle bir kulluk şuurunun zıddı ise, ibadetleri aradan çıkarma mülâhazasıyla yerine getirmedir. Yani, kalbi ürpermeden, yaptığı ibadeti beyninin bütün nöronlarında duymadan, hatta kimin karşısında durduğunun dahi farkına varmadan gafletle ibadet yapmaktır. İnsanda en azından ibadetlerini şuurlu yapabilme noktasında bir niyet ve ceht olmalıdır. O, işin başında her şeyi derinlemesine duyamayabilir. Bu, ciddi ve sürekli ceht ve gayrete bağlıdır. Cüneyd-i Bağdadî ancak altmış seneden sonra arzu ettiği ibadet ve marifet ufkuna ulaştığını ifade eder. Aynı şekilde Bediüzzaman Hazretleri de ömrünün sonlarına doğru imrendiği zatlar gibi tesbih çektiğini, kendisiyle birlikte âdeta bütün varlığın “sübhanallah” dediğini duyduğunu söyler. Dolayısıyla asıl önemli olan, insanın böyle bir ufka talip olması ve onu yakalama adına sürekli gayret göstermesidir.

Şayet ibadetlerinizde enginlik ve derinliklere açılmaya, ihlas ve ihsan ufkunu yakalamaya namzetseniz, bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öbür gün maksadınıza ulaşabilirsiniz. Bundan sonra yapılması gereken şey ise duyduğunuz şeyleri başkalarına da duyurmaktır. İhya hareketi müntesiplerine düşen sorumluluk da budur. Başta da söylediğimiz gibi bu, insanları şekil Müslümanı olmaktan kurtararak hakiki Müslümanlığa ulaştırma, kalb ve ruh hayatına yönlendirme sorumluluğudur. Günümüzde pek çok insanın günlük siyasetin cenderesinden sıyrılmaları da esasen, bu manevi akımla Allah’la münasebetlerini güçlendirmelerine bağlıdır.

İnsanoğlu, tabiatı itibarıyla hataya açıktır, herkes hata yapabilir. Fakat böyle bir kıvama ulaşmış insanların inhirafları az olur. İnhiraf ettiklerinde de hemen Cenab-ı Hakk’a yönelir, iç döker, tevbe ve istiğfarla hata ve günahların isini, pasını siler süpürür, arınıp temizlenirler. Şayet bir yerde böyle bir keyfiyete ulaşmış bir heyet oluşursa, onlar orada maya olurlar ve bu hâl dalga dalga çevreye yayılır.

Günümüzde insanlığın böyle bir dirilişe ihtiyacı var. Dini, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (radıyallâhu anhüm ecmain) gibi duyacak, yaşayacak insanlara ihtiyaç var. Bize düşen de hep bu ulvî düşüncelerle oturup kalkma, onları gerçekleştirmeye çalışma ve bu konuda dua dua Allah’a yalvarma olmalıdır. Bunun dışında kalan şeylerin tamamı bizim için tali meselelerdir.

Diriliş Süvarileri ve İhlası Kırmanın Büyük Vebali

Herkul | | BAMTELI

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, haftanın Bamteli sohbetinde şunları söyledi:

Dirilişin Erkânı

*Ruhî ve kalbî hayatımız adına yitirdiğimiz şeyler nelerse -ihyâ hareketi, ihyâ hamlesi adına belki en önemli mesele odur- yeniden yitirdiğimiz o şeyi bulmak; onu bütün canlılığıyla tabiatımızın bir yanı haline getirmek; başkalarına gösterme niyetiyle değil fakat başkalarına rehberlik yapma adına onu çok parlak olarak sergilemek… İnsanlığın şeklî müslümanlıktan, sûrî müslümanlıktan kurtulması buna bağlıdır.

*Namaz kılan insan değil; namaz delisi olan insanlar!.. Hadis-i şerif ifade ediyor: Mescitten çıktıktan sonra kalbini mescitte bırakan.. “muallak” tabiriyle.. kalbi takılmış, mescidin bir yanında kalmış: “Ya biz öğleyi kıldık, bu müezzinler niye ikindi ezanını okumuyorlar ki? Koşa koşa gidelim, bir defa daha Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda kemerbeste-i ubûdiyet içinde el pençe divan duralım. Eğilelim, azametini ifade edelim; küçüklüğümüzü ifade edelim; başımızı yerlere sürelim: ‘Allah’ım, büyüklüğün adına bunları yapıyor ve bunlarla kendi küçüklüğümüzü haykırıyoruz.’ diyelim!..” İnsanlığın İftihar Tablosu, fazilet sıralaması içinde zikrettiği şeyler arasında, “Mescitten ayrıldıktan sonra kalbi mescide takılı kalan insan” diyor. Bu da namaz delisi olmaya bağlı; oruç delisi olmaya bağlı; teheccüd delisi olmaya bağlı; her şeyi şuurluca yerine getirme delisi olmaya bağlı. En azından buna talip olmaya bağlı!..

*Kalbinizi Cenâb-ı Hakk’a tevcîh ettiğinizde, kirlenmemiş kalblerinizle O’na yöneldiğinizde, bugün olmasa yarın, yarın olmasa öbür gün, öbür gün olmasa daha sonraki gün siz onu duymaya namzet bulunuyorsunuz. Aslında bu duyduğunuz şeyleri başkalarına da duyurma, gerçek bir ihyâ hareketi mimarlarına düşen vazifedir: İnsanları şeklîlikten kurtarma; sûrîlikten kurtarma; hakîki müslümanlığa, yani kalbî ve rûhî hayata yönlendirme; onların günlük siyasetin dedikodusundan sıyrılmalarını sağlama; Allah ile münâsebet mevzuunda kavî hale getirme…

*Bu açıdan öyle bir heyet oluşturmaya ihtiyaç var: Zannediyorum sadece kendi ülkeniz değil veya daha geniş dairede kendi dünyanız değil; İslam dünyası diye, şeklen belli bir coğrafya ile belirlenmiş İslam dünyası değil; belki belli ölçüde, dostlara dost seviyesinde, taraftara taraftar seviyesinde, kardeşe kardeş seviyesinde, beyne beyneye beyne beyne seviyesinde… “Yahu meğer insanlık buymuş! Bizim ütopyalarda aradığımız şeyi meğer bu insanlar yaşıyormuş!” derler. Bir yerde böyle maya mahiyetinde oluşturacağınız bu keyfiyet, bu engin hal, dalga dalga bütün dünyaya yayılacak, bütün dünyadan beklediğiniz şeyleri o zaman Allah’ın izni inâyetiyle bulacaksınız. İnsanlığın böyle bir dirilişe ihtiyacı var.

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Her Zaman Diriliş Erenlerinin Arasındadır

*İnsanlığın, dini, sahabi gibi duymaya ihtiyacı var.. dini, Ebu Bekir gibi, Ömer gibi, Osman gibi, Ali gibi (radiyallahu anhüm ecmain) duymaya ihtiyaç var.

*O Zât aramızdan silinip gitmemiştir; şahs-ı manevi olarak aramızdadır. Namaza durduğumuz her zaman imamın önünde de O’nu mülahaza etmek suretiyle “Evet, Sen varsın Allah’ın izniyle ve her zaman içimizdesin!.. Aslında bir referans olarak rüyalarımıza girip durmakla da bizim içimizde dolaştığını Sen ifade ediyorsun ey Allah’ın şanı yüce nebisi (sallallâhu aleyhi ve sellem)” der gibiyiz. Kalbi temiz insanların rüya ufkunda tecelli ediyor, “Beraberim, ben sizin içinizdeyim!” diyor. O’nun içimizde olması bizi şereflendiriyor. Biz de bir yönüyle O’na liyakat peşinde koşmak suretiyle liyakatimizi korumalıyız. Yoksa O’na karşı saygısızlık yapmış oluruz.

*Bunun dışındaki şeyler hep tali şeylerdir. Şöyle Müslümanlık, böyle Müslümanlık.. onu aksatarak, bunu aksatarak, elli türlü yalanla-dolanla kendini farklı göstermeye çalışma, öyle bir gayret içinde bulunma.. bu bizim gibi saf-derun insanları aldatsa bile mele-i alanın sakinlerinin karnı toktur buna ve ilm-i ilahide hiçbir ifadesi olmaz.. Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm da sadece ona karşı yüzünü ekşitir.

Soru: Eserlerde “(…) bazı hissiyât-ı süfliye ve menâfi-i cüz’iyenin hatırı için ihlâsı kırmakla, hem bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem hizmet-i Kur’âniyenin hürmetine taarruz, hem hakâik-i imaniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz.” deniliyor. İhlassızlığı şahsî bir kusur olmaktan çıkaran bu üç hususun şerhini lütfeder misiniz?

“Allahım, ihlasa ermeyi ve rızana mazhar olmayı diliyoruz!..”

*İhlas, insanın, yaptığı her şeyi Allah emrettiğinden dolayı, O’nun rızasını hedefleyerek, başka mülahazalara takılmadan işlemesi demektir. Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. Lillâh, livechillâh, lieclillâh rızası dairesinde hareket ediniz.Bu mülahazaya bağlı olarak Cenâb-ı Hakk’a karşı arz-ı ubudiyette bulunma, ihlastır.

*Ellerinizi kaldırdığınızda günde bir milyon defa “Allahümme el-ihlasa ve rıdâke – Allahım ihlasa ermeyi ve rızana mazhar olmayı diliyorum!” deseniz, meselenin büyüklüğü açısından yine kadrine uygun bir teveccühte bulunmuş sayılmazsınız.

*İbadette saf olma, dupduru olma, sadece onu hedefleme ve onu hedeflerken de başka beklentiye girmeme.. hatta cennet varmış, huri varmış, gılman varmış; o mevzuda bir talebimiz olursa, onu da Efendimiz’in şefaatiyle ve ehl-i beytinin delalet etmeleriyle Allah’ın fazlı, bize ekstradan bir armağanı olarak isteme. Kullukta asıl gaye ihlasla yapmak ve neticede sadece meseleyi Allah’ın rızasına bağlamaktır.

İhlas’ın Güveleri

*İhlası yiyen, delik deşik eden, bir güve gibi kemiren şeyler vardır. “Hissiyât-ı süfliye” diyor Bayağı bir kısım hisler; garîze-i beşeriye ve hayvaniye gibi şeyler. Rahatlık duygusu, şöhret arzusu, korku ve bohemlik gibi hisler. Ve “menâfi-i cüz’iye” diyor. Bütün bir dünya da olsa eğer uhrevîlik ve melekûtîlik adına size bazı şeyleri kaybettiriyorsa, onların hepsi cüz’î şeylerdir, menâfi-i dünyeviyedir; size büyük şeyleri kaybettiriyor.. ihlas kırılıyor bunlarla.

*Hissiyât-ı süfliyye ve menâfi-i cüz’iyeyle ihlas kırılırsa -hafizanallah- insanlar “Allah yolu” derler, “hizmet yolu” derler çıkarlar da sonra halkın teveccühü olur, imrenir bir yere girerler.. ondan sonra dün fakirdiler, gecekondularda oturuyorlardı; bugün “Hazır böyle bir fırsat doğmuşken -insanlar da şakır şakır imkanlarını bizim önümüze döküyorsa şayet- bu bizim hakkımız. Söz de bizde bitiyor. Biz niye böyle gemisiz, villasız, yalısız yaşayalım ki, bizim de olsun.” derler. Bunlar irtişâ bile olsa… Zaten diyenler de var: “Hediyedir aslında bunlar. Hediye veriyorlar, dolayısıyla siz de onlara mukabelede bulunuyorsunuz; Efendimiz’in hadisine uyarak: Size birisi hediye verdiği zaman, siz de ona bir hediyeyle mukabelede bulunun!” Böyle ancak Dümbüllü İsmail’i güldürecek şeylerle onlara payanda olursanız, destek olursanız, onlar da -maşallahı var zaten- o mübarek başlarını alır balıklamasına girerler o işe. Allah öyle bir sukuttan sizi, sizin neslinizi, sizin gibi düşünenleri muhafaza buyursun. Sukuttur, kazanma yolunda kaybetme demektir; şehrahta, otobanda trafik kazası yapmak demektir.

*Bazı kimseler böyle şirazeden çıkarlarsa, endazesiz yaşarlarsa, ölçüleri görmezlikten gelirlerse, izan bilmezlerse ne olur? Hizmetteki kardeşlerimizin hukukuna tecavüz olur. Bir tek fert bile yapsa, “bunlar da böyle” derler. Hani şimdi demiyorlar mı? Bazılarımızın bazı yanlışları, bazı hatalarıyla herkesi karalıyor, bir yönüyle Hizmet hakkında olumsuz bir algı oluşturuyorlar. Bir diğer taraftan da kendileri gırtlaklarına kadar günaha giriyorlar. Yahu bir insan yapmıştı onu, iki insan yapmıştı onu, yapmıştıysa şayet. Fakat koskocaman bir camiayı karalıyorlar. Hukukun temel disiplinleriyle de beraat-i zimmet esastır. Sonra suç şahsidir; kusuru varsa bir insanın, kusur şahsidir; onunla bir cemaatin, bir hareketin umum efradını kusurlu görmek meselesi öyle bir vebaldir, günahtır ve su-i zandır ki küfre denk sayılır o, hafizanallah.

Dünya Karşısında Rükûa Varan Bir Gün Ona Secde de Eder!..

*Bir insan, iki insan bu mevzuda nizamı, ahengi koruyamaz, inhiraf ederlerse, hissiyât-ı nefsaniyelerine yenik düşerlerse, menâfi-i cüz’iyye karşısında rükûa varırlarsa.. rükûa varan insanın secdeye kapanması mukadder demektir; rüku, secdenin en inandırıcı referansıdır. Dünya karşısında rükûa varan insanlar, er geç bir gün dünya karşısında secdeye de varırlar. Marifet kahramanının “Hel min mezid” ufku, Allah adına marifetini artırma istikametindedir. Ehl-i dünyanın o mevzudaki ufku da “daha yok mu, daha yok mu, daha yok mu?!.” İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona da işarette bulunuyor: “İki dağ cesametinde altını olsa, üçüncüsünü ister!” diyor. İnsandaki bitip tükenme bilmeyen tûl-i emele dikkati çekiyor. Hazreti Pir de tûl-i emelin temeline vurguda bulunuyor, “tevehhüm-ü ebediyet” diyor: Sanki dünyada ebedi kalacakmış gibi yaşama!.

*Halbuki, yarın öbür gün vefat edip gittiğin zaman “Ne kendi eyledi rahat / Ne halka verdi huzur / Yıkıldı gitti cihandan / Dayansın ehl-i kubur!’’ dedirtmek var!.. Bir de “Bizim yıkılmış gitmiş ruhlarımızı ikâme etti, bize doğruyu gösterdi, bizim için endaze oldu, o sayede mizanlı hayata ulaştık; Allah ebeden ondan razı olsun!..” dedirtme var. Temkinli yaşamak lazım.

*Birileri dünya çapında, sizin hakkınızda, “Bunlar da böyleymiş!” dedirtme peşinde koşuyor. “Bunlar da böyleymiş; bunlar da insanın gafletinden istifade etmek istiyorlarmış, bunlar da fırsat bulup insana çelme takmak istiyorlarmış, bunlar da insanı kündeye almak istiyorlarmış!..” gibi hiç olmadık şeylerle karalıyorlarsa şayet -hafizanallah bir de düşünün- olmuş şeylerle diyecekleri şeyler öyle bir sıvanır ki hiçbir deterjanla o lekeyi silemezsiniz, gideremezsiniz. Hüviyet-i asliyenize kendi halinizi irca edemezsiniz. “Kur’an talebesi ama bakmayın, adları öyle; onlar da aynı haltları karıştırıyorlar, onlar da yalı peşinde, villa peşinde, para peşinde, milleti sağma peşinde…” Bunu dedirtmeyelim.

*İhlasın bir derinliği de yapmadıklarını Allah’tan dolayı yapmamak, O’nun rızasına uygun olmayan işlerden sakınmaktır.