Posts Tagged ‘baskın’

Bamteli: Hizmet’e Kumpas

Herkul | | BAMTELI

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi haftanın Bamteli sohbetinde özetle şu hususları dile getirdi:

 Kirli tezgâh bir kere daha gündemde!..

*Birkaç sene önce medyaya düşen skandal bir belgede, ihbara dayalı “Işık Evleri” baskınlarında silah, mühimmat vb. materyal bulunması “sağlanarak” Gönüllüler Hareketi’nin “Silahlı Terör Örgütü” kapsamına aldırılması ve ayrıca, aynı aramalarda bazı yabancı servislere ait bir kısım objeler ele geçirilmiş gibi gösterilerek gizli irtibatların deşifre edilmiş olduğu izleniminin verilmesi gibi entrika planlarından bahsediliyordu. Son günlerde yine benzer komploların devreye sokulduğu görülüyor. Aslında, Hizmet gönüllülerinin -silah edinmek şöyle dursun- yanlarında çakı bile taşımayan, emniyet ve güven insanları olduklarını o iftiraları atanlar da biliyorlar. Fakat kendi kredileri tükendiği gibi Hizmet’in kredisini de bitirmek için o türlü kirli tezgâhlara başvuruyorlar.

*Şerli kimseler dünden bugüne hep benzer tuzakları ve iftiraları kullanmışlar. Hazreti Üstad’ın bu türlü entrikalara karşı kapısını hem içeriden sürgülediği hem de talebelerine dışarıdan kilitlettiği nakledilir. Ona iftira maksadıyla, bazı kimselere zorla “Onun için dükkândan içki aldım!” dedirtilmeye çalışıldığı anlatılır.

*İhtimal bugün onca mezalim karşısında dilsiz şeytan kesilen bazı kimselerin sükûtunun sebebi de öyle bir tuzağa düşmeleri ve şantajlara boyun eğmeleridir. Yoksa ihtimal hesaplarına göre, dünden bugüne tanıdığımız insanların bütününün birden dilsiz şeytan olmaları düşünülemez. Bari on tane insan çıkıp “Hayır, bu dediğiniz şeyler biraz fazla! ‘Paralel, haşhaşî, terör örgütü…’ Bunlar cinnet safsatası.” derdi. Demek ki, bazıları bugünleri çok önceden hesaplamış, hazırlıklarını buna göre yapmış ve şimdi insanların önlerine koydukları o dosyalarla onları susturuyorlar. İşte, birilerinin ağızlarına öyle fermuar vurdukları gibi sizi de itibarsızlaştırmak için her türlü entrikaya başvurabilirler.

 Hizmet, kastedilen manada bir örgüt değil, Kur’anî mantığa ve makuliyete bağlı gönüllüler hareketidir.

*Hizmet Hareketi’nde onların iddia ettikleri gibi bir irtibattan bahsedilemez. Bu harekete gönül veren insanlar, şucu bucu oldukları için değil, gördükleri Kur’anî mantığa ve yapılan işlerin makuliyetine inandıklarından dolayı her türlü fedakârlığa katlanarak vatana, millete ve insanlığa hizmet ediyorlar.

*Evet, bu hareketin sırrı, -cami cemaatinin namaz için bir araya gelmesindeki tabiîlik gibi- işin mantıkîliğinde ve makuliyetinde aranmalıdır. Kalbi aynı his ve heyecanlarla çarpan ve insanlığın imdadına koşmaya amade bulunan insanların, cehalet, fakirlik ve ihtilaf gibi hastalıklarla mücadele konusunda yapılan çağrılara topyekün icabet etmesinde aranmalıdır.

*Kur’anî mantığa ve makuliyete bağlı hareket eden Hizmet gönüllülerini itibarsızlaştırmak için “kuvvetli şüphe” diye bir hezeyan, cinnet hezeyanı uydurdular. Esasen modern hukuk müsaade etse ve bu hezeyan çizgisindeki mülahazaları seslendirenler psikiyatri kliniklerinde kontrolden geçirilseydi, o kimselerin %99,9’u tımarhanelere götürülürdü. Bütün iddialar tımarhanelik iddialar.

 Sizi zehirlemek için evlerinize kobralar salabilir; silah ve uyuşturucu bırakabilirler.

*İtibarlarını yitirmiş kimseler sizi de itibarsızlaştırma adına SS’lerini Hizmet gönüllülerinin evlerine veya yurtlarına gönderirler. Aramaya giren insanlar oraya bir tabanca koyabilirler; aramaya giren insanlar oraya uyuşturucu koyabilirler; aramaya giren insanlar oraya dağdaki bir eşkıyanın kitabını -sizin kitaplarınızın yanına- koyabilirler. Dolayısıyla orayla irtibatlandırmaya çalışırlar.

*Dünden bugüne zalimler kendileri gibi düşünmeyenlere boyun eğdirebilmek için her yolu denemişlerdir. Sahabeden Ammâr bin Yâsir’in gözleri önünde anne ve babası şehit edilmişti. Kendisi de ağır işkenceler altında hâlsiz kalmıştı. Müşriklerin Hazreti Ammâr’dan istedikleri, Peygamber Efendimiz’in aleyhinde konuşmasıydı. O, metanetini yitirmemişti fakat kurtuluş çaresi yoktu; ya öldürülecekti veya istedikleri şeyleri söyleyecekti. Hazreti Ammâr, Rasûlullah’a kavuşmak ve O’nunla aynı safta mücahede etmek için “diliyle” dininden vazgeçtiğini söyledi. Müşrikler de onu serbest bıraktılar. Hazreti Ammâr, o sözü kalben söylememişti ama yine de tir tir titriyordu. Hemen koşup hadiseyi Allah Rasûlü’ne anlattı. Efendimiz, “Kalbin nasıl?” deyince, o “Kalbim imanla doludur.” cevabını verdi. Bunun üzerine, İnsanlığın İftihar Tablosu şöyle buyurdu: “Ammar tepeden tırnağa imanla doludur. Şayet sana tekrar böyle işkenceler yaparlarsa, tekrar aynı taktikle ellerinden kurtulmanda bir mahzur yoktur.” Hazreti Ammâr’ın başına gelen bu hadise üzerine âyet-i kerime (Nahl Sûresi, 16/106) nazil oldu; kalbi imanla dolu olduğu hâlde inkâra zorlanan kimselere bir mesuliyetin olmadığı beyan edildi.

*Arkadaşlarımız çok temkinli olmalı. Hiç farkına varmadan sizi zehirlemek için her yere bir yılan sokabilirler. Zehirlemenin de türleri vardır. Sizi zehirlemek adına evlerinize kobralar salabilirler; silah veya uyuşturucu bırakabilirler. Kız evi ise, kız kıyafetinde erkek sokabilirler; erkek eviyse şayet, erkek kıyafetinde kız sokabilirler. Hepsini yapabilirler bunların; çünkü şu âna kadar yaptıkları yapacaklarının en inandırıcı referansını teşkil ediyor.

 Sabret anneciğim, sabret!..

*Burûc Sûresi’nde Ashâb-ı Uhdûd anlatılmaktadır. Onların kimler olduğu, ne zaman ve nerede yaşadığı hakkında çok değişik rivayetler vardır. Zaten Kur’an da bu hadiseyi yer, zaman ve fâillerini belirtmeden zikretmektedir. Anlaşıldığına göre, dönemin zalim kralı, Allah’a inananları dinlerinden çevirmek, kendi sapık anlayışına döndürmek için onlara eziyet ederdi. Tekili “hadd”, çoğulu “uhdûd” olarak adlandırılan uzunlamasına ve derin hendekler, çukurlar, kanallar kazdırmış ve içlerine büyük ateşler yaktırmıştı. Allah’a imanda ısrar edenleri işkenceden geçirtir, sonra da ateşe attırırdı. Zalim ve avenesi, insanlıktan öylesine uzaklaşmışlardı ki, hendeğin etrafına oturur yaptıkları bu vahşeti zevkle seyrederlerdi.

*Ashâb-ı Uhdûd, inananları ateş dolu hendeklere atıp cayır cayır yakarken, biri kucağında, ikisi de eteklerinden tutmuş üç çocuklu bir kadının getirildiği ve dininden dönmezse çocuklarıyla beraber ateşe atılmakla karşı karşıya bırakıldığı da rivayet edilir. Kahraman kadın imanı uğruna çocuklarıyla birlikte ölümü çoktan göze almıştır; işkencelere rağmen dinini terk etmez. Bunun üzerine önce büyük çocuğu, sonra diğeri gözlerinin önünde ateşe atılır. Yüreği parçalanan anne, gözyaşı yerine yanaklarından kan akıtır ama ilahi rızayı kazanmak uğruna sabreder. Sıra kendisine geldiğinde bir an tereddüt yaşar; çünkü kucağındaki masum yavrusunu düşünür. Annenin halinde imandan gelen bir vakar, metanet ve sükûnet vardır; fakat içinden kopan feryat, Arş-ı A’layı titretir. İşte o zaman Cenâb-ı Hakk kundaktaki bebeği konuşturur; “Sabret anneciğim sabret. Dininde sebat göster ve bırak kendini ateşe. Çünkü sen Hakk üzerinesin, Allah seninle beraber!..”

 İdam kaldırılmamış olsaydı, binlerce insanı sürgün edip haklarından mahrum bırakanlar, yüzlerce masumu hapse atanlar, onu da yaparlardı.

*Ashâb-ı Uhdûd, “Bizim gibi düşünmüyorsunuz!” diye kimi bulurlarsa -“kuvvetli şüphe”- hendeklere atıyorlar. Günümüzde de uluslararası hukuk bu meseleye az kapı aralasa aynı şey yapılır. Görüyorsunuz, “kuvvetli şüphe” diye evleri basıyor, “burs verdi, himmet etti, okul yaptı, üniversite açtı…” diye, insanları kadın erkek tefrik etmeden alıp derdest ediyorlar. Aylar, hatta seneler geçiyor, iddianame hazırlanmıyor. Farkı yok Ashâb-ı Uhdûd’dan. Demek ki, öyle bir şey tecviz edilseydi, uluslararası hukuk ona az kapı aralasaydı, onu da yapacaklardı. Turgut Özal’la kaldırılan idam kaldırılmasaydı, binlerce insanı sürgün edip haklarından mahrum bırakanlar ya da dışarı çıkma mecburiyetinde bırakanlar onu da yapacaklardı. Eğer idam meselesi hala canlı kalsaydı darağaçlarını görecektiniz belli bir dönemde gördüğünüz gibi.

*Bediüzzaman hazretleri, “Yalan bir lâfz-ı kâfirdir.” der. İnsan bir kere yalan söylerse, günah-ı kebâir işlemiş olur. Tevbe edince, Allah yarlığar onu, affeder. İki kere yaparsa, Allah affeder; elverir ki kendisine dönsün. Fakat şayet bu işi mahzursuz gibi yapıyorsa, o kâfir olur!.. Bile bile iftira ediyorsa, kâfir olur; bile bile isnatta bulunuyorsa, kâfir olur; isterse Müslüman geçinsin, kâfir olur. Kebâiri mahzursuz görmek küfürdür. Heyhat ki, bu açık hakikate rağmen, bugün zift medyası vasıtasıyla ısrarla her gün onlarca yalan ve iftira atılıyor. Saf kitleler de bu bühtanların günahına ortak ediliyor.

*Her şeye rağmen bizim önce Cenâb-ı Allah’a gönülden teveccüh etmemiz, namaz başta olmak üzere kulluğumuzu tastamam yapmaya çalışmamız lazım. Saniyen; sürekli temkin ve teyakkuzda bulunarak, bu tastamam kulluğa birilerinin başka şeyler bulaştırmasına da fırsat vermememiz lazım. Üçüncü olarak da bela ve musibetler ne kadar şiddetli gelirse gelsin, dişimizi sıkıp sabretmemiz lazım. Bela ve musibetlere karşı sabır, sabrın çok önemlilerindendir. Bizim de sabretmemiz lazım; Yâsir gibi, Sümeyye gibi, Ashâb-ı Uhdûd mazlumları gibi..

 Şu halde, aklını peynir ekmekle yemiş olanlar kimler?!.

*Dünyanın dört bir yanında Hizmet Hareketi’yle alakalı kitaplar telif ediliyor, makaleler yazılıyor, konferanslar veriliyor. Uluslararası Dil ve Kültür Festivali’ne dönüşmüş olan Türkçe Olimpiyatları bütün ülkelerde takdir topluyor. Bu sene de Amerika Birleşik Devletleri’nin Başkanı’ndan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne kadar pek çok insan tebrik ve takdir mektupları gönderdiler.

*Güya yeryüzünün yaklaşık yüz yetmiş ülkesinden ve onca farklı kültürden binlerce insanın hepsi aklını peynirle yemiş; sadece size düşmanlık yapan bazı zalimler doğruyu görüyorlar. Bu meselenin aksi söz konusudur. Ve aklını peynirle yiyen kimseler çok yakın bir gelecekte yaptıkları utandırıcı şeylerle hacâlet içinde dize gelecekler ve acındırıcı bir bakışla yüzünüze bakacaklardır.

*Benim ricam olsun, o gün kollarından tutun, “Üzülme kardeşim, biz gönül koymadık!” deyin; sarılın onlara ve memnun etmeye çalışın. Bu, bizim karakterimizdir ve namusumuzu koruma hassasiyeti içinde karakterimizi koruruz.

Bamteli: MUKADDES GÖÇ VE KUTSAL ÇİLE

Herkul | | BAMTELI

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, (en son yaptığı iki hasbihalin iktibaslarından müteşekkil) haftanın Bamteli sohbetinde, özetle şu hususları dile getirdi:

Dünyada güven ve huzurun bendi yıkıldı!..

*Mü’min yeryüzünde emniyet ve güvenin temsilcisidir. Fert, cemaat veya millet olarak mü’minleri görenlerin ya da onlar hakkında düşünenlerin, onları yeryüzünde emniyetin ve güvenin temsilcisi olarak kabul etmeleri ve bu konuda elli defa test etseler hep aynı sonuca varmaları çok önemlidir. Çünkü gerçek mü’min olmak böyle bir güven telkin edebilmeyi gerektirir.

*Bugün yeryüzünde yitirilen değerlerin en başında belki güven duygusu bulunmaktadır. Kimsenin kimseye güveni yok. Herkes birbirinin kurdu. “Acaba nasıl etsem ki bunu ısırsam, bunu yere sersem, onun daha evvel işgal ettiği alanı elinden kapsam?!.” mülahazası yaygın. Böyle olunca tabii ki yeryüzünde huzur, emniyet ve güven olmaz.

Bütün Kârunların akıbeti servet ü samanlarıyla beraber yerle bir olmaktır.

*Cenâb-ı Hak, Hazreti Musa’nın (aleyhisselâm) kavminden olan Kârun’a, hazinelerinin anahtarlarını bile güçlü, kuvvetli bir topluluğun zorla taşıdığı büyüklükte bir servet vermiş, fakat o, bu serveti kendi becerisiyle kazandığını iddia etmişti. Hakk’ın kendisine yaptığı iyilik ve ihsanlara bir şükür ve teşekkür ifadesi olarak insanlara iyilik yapacağı yerde, iyiliğin arkasındaki iyilik sahibini unutmuş, kendini bencilliğin gayyalarına salıvermiş ve sahip olduğu servet u sâmânla şımarmış, böbürlenmiş, ferîh fahûr yaşamaya ve ifsada başlamıştı. Tabiî Cenâb-ı Allah da yaptıklarının karşılığı olarak onu bütün varlığıyla beraber yerle bir etmişti.

*Evet, Kârun, kendisine lütfedilen nimetler karşısında tavır ayarlaması yapamaması, inkâra sapması yüzünden neticede sahip olduğu her şeyle beraber yerin dibine geçirilmekle cezalandırıldı ki Kur’ân bunu şöyle resmeder:

فَخَسَفْنَا بِه وَبِدَارِهِ الْأَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِنْ فِئَةٍ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللهِ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُنْتَصِرينَ

“Nihayet Biz onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Zaten onun ne Allah’a karşı kendisine yardım edecek avenesi vardı ne de kendini savunup kurtulabilecek durumdaydı.” (Kasas, 28/81)

*Bütün Kârunların akıbeti servet ü samanlarıyla beraber yerle bir olmaktır. Günümüzdekilerin sonu da bütün Kârunların akıbeti gibi olacaktır. Dünya hayatını ve kendi refahlarını bir numaralı mesele haline getirenler hep aynı su-i akıbeti paylaşmışlardır. Oysa asıl mesele, emniyet insanı olmak ve herkese güven verebilmektir. Mesele Nuh emniyeti, İbrahim emniyeti, Musa emniyeti, İsa emniyeti, Eminler Emini Hazreti Muhammed Mustafa (aleyhi ve aleyhimüssalâtu vesselâm) emniyetidir. O emniyeti temin ettiğiniz zaman hem kendiniz huzur içinde olur, sürekli huzur yudumlarsınız hem de başkaları için huzur vesilesi olursunuz.

Mukaddes Göçün İlk Bahtiyarları: İradî/İhtiyârî Muhacirler

*Bir dönemde, sizin hakka dilbeste olmuş arkadaşlarınız külah içinden çektikleri kuralarla veya çoğaldıkları zaman bir makinadan çektikleri kuralarla coğrafyada yerini bilmedikleri beldelere gittiler. Dinî ve millî değerlerimizi götürmek, dil ve kültür bayrağımızı orada da dalgalandırmak, ruhumuzun abidelerini orada dikmek için gözlerini kırpmadan o güzel vatanımızı terk ederek oralara gittiler. Geçende gelen bazı arkadaşlara sordum: “Sen kaç senedir yurt dışındasın?” Biri dedi, “Ben onbeş senedir.” Diğeri dedi, “Ben on dört senedir; beş sene falan yerde kaldım, altı sene falan yerde kaldım, şimdi filan yerde…” Tatlı bir macera yaşamış gibi bana anlatıyordu. Ben bir yönüyle duygulandım ama o meseleyi öyle resmediyordu ki, böyle mecburî vazifesini yapıyormuş, Bedir’e çıkıyormuş, Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile beraber hicrete yönelmiş gibi, yaptığı şeyleri ciddi bir vicdan inşirahı içinde anlatıyordu.

*O ilkler ihtiyarî hicretler yaptılar. Bir yönüyle Sahabenin yolunda yürüdü, onların arkasında yerlerini aldılar. Tabakat kitapları -ihtilaflı da olsa- Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ruhunun ufkuna yürüdüğünde yüz bin sahabenin mevcut olduğunu kaydediyorlar. İbn Hacer El-İsabe isimli eserinde on bin insandan bahsediyor ama o günkü toplum telakkileri açısından kadın ve çocukların pek çoğunun bu rakama dâhil edilmemiş olacağını hesaba katmak lazım. Yine tarihçilerin tesbitlerine göre Baki’-i Garkad gibi Medine mezarlarında on bin sahabe bulunuyor. Bu demektir ki yaklaşık doksan bin insan dünyanın değişik yerlerine Din-i Mübin-i İslam’ı anlatmak üzere çıkmış ve bir daha geri dönmemiş. Onlar ihtiyarî hicret kahramanları olarak mübarek dinlerini, değerli kültürlerini ve dinî düşüncelerini birer abide şeklinde değişik yerlerde dikmek için adeta yarış yapmışlar.

Hizmet’in önünü kesmek için milyonlarca para döktüren, münafıklar kiralayan, yalancı davalar açtıran yönsüzler…

*Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:

وَمَنْ يُهَاجِرْ فِي سَبِيلِ اللّهِ يَجِدْ فِي الْأَرْضِ مُرَاغَمًا كَثِيرًا وَسَعَةً وَمَنْ يَخْرُجْ مِنْ بَيْتِهِ مُهَاجِرًا إِلَى اللّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ أَجْرُهُ عَلَى اللّهِ وَكَانَ اللّهُ غَفُورًا رَحِيمًا

“Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek, barınacak birçok yer ve genişlik bulacaktır. Kim evinden Allah rızası için ve Rasûlullah’ın yolu deyip ayrılır da yolda ölecek olursa onun mükâfatı Allah’a aittir. Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).” (Nisâ, 4/100)

*Dünyanın dört bir yanına açılmış sizin arkadaşlarınız. Fakat çekemeyen hasûdlar -mübalağa kipiyle ifade ediyorum çünkü onlara hâsid değil dense dense hasûd denir- dünyanın her tarafında bu açılımı ve bu hareketi kösteklemek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Binlerce talebeye ihtiyarî olarak kendi dilimizin öğretilmesini, kendi kültür değerlerimizin tanıtılmasını, bu toplumla kaynaşılıp çok ciddi, inandırıcı, sevdirici bir entegrasyon sergilenmesini hazmedemediklerinden dolayı, bir kısım münafıklara dünya kadar para yağdırarak, “Aman orada da bu işi, bu düzeni bozun!” diyorlar. Bu işi yapsa yapsa ancak şeytan yapar. Dinî ve millî mefkûremizin intişarı adına, evrensel değerlerin bayraklaştırılması adına hizmet eden böyle bir harekete karşı, böylesine tonlarla, milyonlarca para döktürme, yalancı avukatlar bulma, yalancı davalar açtırma, karalama gayreti içinde bulunma, zannediyorum bugüne kadarki profesyonelliğiyle o şeytanın bile yapacağı iş değildir. Çünkü şeytan diyor ki, “Sağdan gelirim, soldan gelirim, önden gelirim, arkadan gelirim, alttan gelirim, üstten gelirim!” Vallahi bunlar, o altı cihetin de dışında başka yönlerden geliyorlar. Yönsüzlük yönlerini bile değerlendiriyorlar. Yönsüzler!..

İmanlarından ve Mefkûrelerinden Dolayı Zulme Maruz Kalan Cebrî Muhacirler

*Bir dönemde ihtiyarî hicret tevakkufa mı uğradı, yoksa açılımda biraz rölanti mi oldu, ne olduysa, Allah (celle celaluhu) adeta “Ben sizi kendi ülkenizde bir kısım zalimlere tokatlatmak suretiyle, bu defa hicrete zorlayacak, cebrî hicrete sevk edeceğim!” dedi. Şimdi bir yönüyle cebrî hicret dönemi yaşanıyor. Mesela bir kısım iş adamları böyle bir hicrete açıldılar. Hangi iş adamları? “Niye burs verdin?” diye yazıhanesine baskın yapılan işadamları. Kardeşleri, bacıları, anaları, ablaları “Niye burs verdiniz? Neden kurban topladınız? Neden dünyanın dört bir yanına yardım ettiniz?” diye sorgulanan işadamları. Onlara zulmedenler adeta şöyle diyorlar: Neden bizim yapmadığımız şeyleri yaptınız? Bizde haset duygusunu, hainlik hissini tetiklediniz. Siz bu işi yaptınız; oysaki bunu yapmasaydınız, gül gibi geçinip gidiyorduk. Âlem bize insan nazarıyla bakıyordu siz olmasaydınız. Sizin yaptığınız bu hizmetler karşısında izafiyet perspektifiyle bizler aşağıya düştük. Bu aşağılaşma altında ezildik, bunu onur meselesi yaptık. Dolayısıyla sizi burada iflah etmeyecek, size aman vermeyecek ve cadı avlarıyla hepinizi birer birer ezeceğiz.

*Allah’ın her günü, burs vermiş, kurban toplamış, Gazze’ye kadar, muhtaç yerlere yardım götürmüş, oralarda o insanları desteklemiş en olumlu hizmet müesseselerini mercek altına almak suretiyle, onları yok etmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Kendi ülkelerinde fitneye maruz kalan, baskıya uğrayan, yazıhaneleri basılan, müesseselerine kıyımcılar tayin edilmek suretiyle baskı altına alınan insanlar da Kur’an’ın işaretine binaen hicret ediyorlar. Zira şöyle buyuruyor Cenâb-ı Hak:

ثُمَّ إِنَّ رَبَّكَ لِلَّذِينَ هَاجَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا فُتِنُوا ثُمَّ جَاهَدُوا وَصَبَرُوا إِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَحِيمٌ

“Buna karşılık, şüphesiz ki senin Rabbin, imanlarından dolayı mihnet ve işkenceye, zulme ve baskıya maruz kalan ve nihayet hicret eden, ardından Allah yolunda mücahede eden, çalışıp didinen ve sabredenlerle beraberdir. Evet, Rabbin, onların bütün bu güzel davranışlarına karşılık olarak elbette günahları çok bağışlayandır, (bilhassa mü’min kullarına karşı) hususî merhameti pek bol olandır.” (Nahl, 16/110)

*Fitneye, belaya, tazyike maruz kaldıktan sonra hicret eden o babayiğitler var ya?!. Hani siz isterseniz onlara “kaçtı” deyin. Onlar, hicret ettiler; biraz durdu, orada zemin oluşturdular; sonra o insanlara karşı müspet manada bir mücahede ile kendilerini ifade ettiler. Müspet manada mücahede neydi? İnsanlarla Allah arasındaki engelleri bertaraf ederek, güzelliklerle o insanların buluşturulmasını sağlamak. Allah’la gönüllerin buluşturulmasını sağlamak. İşte cebri hicrete sevk olunan bahtiyarlar bunu yaptılar, yapıyorlar. Binaenaleyh, dünkü ihtiyarî mühacirler ne ise, Allah’n izni ve inayetiyle bugünkü cebrî muhacirler de öyledir.

İnsanın fiyatı olsa olsa Allah’ın rızasıdır; o Cennet’e de satılsa, ucuza gitmiş sayılır!..

*Acaba isteseydim ben de kendim için bir çardak yapamaz mıydım? O kadar eşek değilim; ben de yapabilirdim bir tane. Elin âlemin saraylar yapmasına, villalar yapmasına, yatlar yapmasına, filolar oluşturmasına karşılık, sen de yapabilirdin. Ama Allah vardı, her şeyi görüyordu. Varsın Allah’tan korkmayanlar, Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ı tanımayanlar, tarihinden kopmuş kopuklar bu türlü mesâvîyi irtikâp ededursunlar. Siz doğru bildiğiniz yolda, günde kırk defa tekrar ettiğiniz “Allahım bizi sırat-ı müstakime hidayet eyle!” ahd ü peymanına sadakat içinde yürüyeceksiniz. “Allahım bizi o ölçüde sırat-ı müstakimden ayırma; dinimize, diyanetimize, millî mefkûremize, vatan duygumuza hizmetten bizi bir an dûr eyleme. Bizi sabitkadem kıl; ister ihtiyarî muhacirler olarak, ister cebrî muhacirler olarak, bizi bir yerlere sürmüşsen, oralarda rantabl olmayı hepimize lütfeyle!..” diyecek ve yürüyeceksiniz.

*Hizmetlerini belli bir dünyevî menfaat ve çıkara bağlamış insanların kendi milletlerine faydalı olduğu hiç görülmemiştir. Parayla, villayla, yatlarla, gemilerle peylenebilen, alınıp satılan kimselerle insanlığa kalıcı hiçbir hayır armağan edilememiştir. Aslında, ahsen-i takvim üzere yaratılan insanın fiyatı, öyle bir yalı, bir yat, bir filo olmamalı. Bunlar meşru dairede ve yine O’nun yolunda kullanılmak istikametinde elde ediliyorsa bir ölçüde kıymetlidir, yoksa bunların insana bedel olabilmesi asla söz konusu değildir.

Yeryüzünü bize zindan etseler ve dünyamızı cehenneme çevirseler de değer!..

*O babayiğitlerden bir tanesi 91 yaşında. Tevkif edip zindana götürmek için evini basıyorlar. Felç olmuş yatakta yatıyor. Ben de kendisini elli senedir tanıyorum. O Erzurum’un en zenginlerinden birisiydi. Dört beş yerde apartman gibi evi vardı. O evlerde belki bir iki defa Kıtmir de yemek yedi, çay içti. O günden itibaren bütün varlığını o yolda sarf etti; okul yaptı, yurt yaptı, pansiyon yaptı. Kendisiyle yapılan bir televizyon programında ağlayarak şöyle diyordu: “Kala kala sadece içinde oturduğum şu kulübe gibi ev kaldı!” Allah seni o yüksek ruhunla Hazreti Muhammed Mustafa’ya komşu etsin inşaallah. (Amin)

*Varsın zalimler, Hitler’in SS’leri senin evini bassın, yataktayken bile senin hakkında tevkif kararları kessin!.. Değil mi ki nezd-i ulûhiyette Allah sana bir sultanlık bahşetmiş. Yaptığını yapmışsın Allah için!.. Elinden tutulacak kimselerin elinden tutmuşsun; okuma imkânı olmayan kimselere burs vermişsin; değişik yerlerde okul yapmaya omuz vermişsin. Dünyanın dört bir yanına açılma mevzuunda babayiğitlerle beraber olmuşsun. Tenâfüs ruhuyla, onlardan geri kalmamak için sen de bir yarış atı gibi koşmuşsun… Vallahi yapacak bir şey kalmamış artık! Senin için diyecek bir söz de yoktur! Ben seninle beraber Huzur-u Risaletpenâhi’de haşrolduğum zaman, büyüklüğün karşısında iki büklüm olup eğileceğim.

*Varacağımız yer Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın huzuru ise, ulaşacağımız hedef Allah’ın cemal-i bâkemâlini müşahede etmek, öyle kendinden geçmek ve O’nun hoşnutluğuna ermekse, bütün dünyayı bize zindan etseler, öyle bir mükâfat için değer.

*Varsın bizim dünyamızı cehenneme çevirsinler! Varsın eşkıyalar gibi -eşkıyalar varken- takip etsinler! Varsın evlere baskınlar yapsınlar! Varsın mübarek kadınları, gençleri, kızları rencide etsinler; kafirin yapmadığını yapsınlar, Haçlıların bile yapmadığını yapsınlar!.. Bunların hepsi geldiği gibi gider, bunları yapanlar da kendilerine eder.