Keşke!.

Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Keşke hiçbir zaman farklılık ve üstünlük mülahazasına
girmeden düz bir insan gibi hizmet etsek. Keşke dünyanın
dört bir yanında dolaşsak; din, dil, ırk ve renk ayırımı
yapmadan insanların yardımına koşsak; dinimizi, doğru
bildiğimiz hakikatleri anlatsak; ama bunu yaparken tamamen
beklentisiz olsak. Keşke makam, mansıp, şan ve şöhret
gibi şeylerle dupduru duygu ve düşüncelerimizi hiç bulandırmadan
kulluğumuzun gereğini edâ etsek. Hayatımızı sadece dinimizi
anlatmaya, Rabbimizi tanıtmaya bağlasak. Nerede yaşıyor
ve nerede duruyorsak duralım; bulunduğumuz yerde sadece
ve sadece insanlığın muhtaç olduğu ilâhî mesajı daha
gürül gürül anlatmak için bulunsak. Duruşumuzu kendi
geleceğimize değil insanlığın mutluluk ve huzuruna bağlasak.
Ve sürekli O’nu düşünsek; O’nunla oturup kalksak. Gözlerimizin
içine başka hayalin girmesine meydan vermesek. Keşke…

Cenab-ı Allah’ın rızasını aradığımız bu yolda, maddî
menfaatler bir yana, manevî füyuzât hislerini bile hesaba
katmadan bir nefer olarak hizmet etmek hepimizin hedefi
olmalıdır. Samimi bir kul olarak O’nun rızasını aramak
hiç birşeye değiştirilemeyecek bir nimettir. Manevî
makamlar, keramet, keşif, iç okuma ve bu şekilde insanlara
müessir olma.. bunların hiçbiri bizim ardına düştüğümüz
hedefler olamaz. Rabbimizin lütfu olarak bu türden bir
nimete mazhar olursak onu da derin bir şükür mülahazasıyla
karşılar; meseleyi yine her nimetin asıl Sahib’ine bağlar
ve hatta bir istidraca maruz kaldığımız korkusuyla tirtir
titreriz.. titreriz de ayağımızı kaydırmaması için yine
O’nun engin rahmetine sığınırız.

İnsan her zaman bu çizgisini koruyamayabilir; fakat
temelde böyle bir duyguya bağlı olursa asla kaybetmez.
Evet, insan bazen hata edebilir. Hata etmemek değil,
bağlandığı kapıya sıkıca yapışmak ve oradan ayrılmamak
esastır. Zaten Allah Rasulü de (sallallahu aleyhi ve
sellem) “Her insan hata edebilir. Hata işleyenlerin
en hayırlısı tevbe edenlerdir.” buyurmuyor mu? Cenâb-ı
Allah günah işleyenleri kapısından kovmamış; tevbe etmeleri
için onlara fırsatlar vermiştir. Bir anlık sürçmesine
rağmen tekrar doğrulup kulluk yoluna râm olanlar rahmet
kapısının kendilerine daima açık olduğunu görmüşlerdir.
Fakat verilen bu fırsatları değerlendiremeyip hata ve
günahta ısrar edenler O’nun rahmet kapısından kopup
gitmiştir. Kopmamaya dikkat etmek lazım. Böyle kötü
bir akıbetin çaresi yoktur. Ona kimse bir şey yapamaz.
Aklınızdan olumsuz bir şey geçse hemen kalkar; başınızı
yere koyar; secde eder, yalvarır ve affınızı ararsınız.
Ama bu duygunuzu kaybetmişseniz, içinizde bir kopukluk
başlamıştır O’na karşı. Tevbe arzusu gönlünüzde hasıl
olmuyor ve tekrar O’na dönme ihtiyacı duymuyorsanız,
bir “dâu’l-udâl”e, yani çaresiz bir derde maruz kalmışsınız
demektir.

Nabzıma el vurdu bir bir tabibân,
Dediler derman yok buna ne çare.

Doktorlar her sene, bir önceki senenin grip virüslerini
tespit ediyor; sonra bütün o virüslere karşı antikor
üretebilecek bir aşı hazırlıyorlar. O aşıyı bir kere
vurunca, bir sene gribal virüslere karşı etkili oluyor.
Sonra zamanla o virüslerde hazırlanan ilaca karşı bir
muafiyet (bağışıklık) hasıl oluyor veya onlar mutasyon
geçiriyorlar. Mikroorganizmalarda mutasyonlar oluyor,
farklılaşıyorlar. Dolayısıyla artık ilaç tesir etmemeye
başlıyor. Bu sebeple, ertesi sene grip aşısının yeni
virüsler de gözönünde bulundurularak yeni bir terkiple
hazırlanması gerekiyor. Bunun gibi insan da, her gün
yeni bir kısım şüphe, tereddüt, yanlışlık ve hatalarla…
içiçe yaşıyor. Bunlara karşı anti-virüs olacak en kavi
imanı bugün elde etse, Şah-ı Geylani’ninki gibi bir
imana sahip olsa da ertesi gün başka manevi virüslere
maruz kalıyor. Onlara yenilmemek için her gün imanını
ve kalb hayatını gözden geçirmesi, her gün bir kere
daha aynı kıvamı elde etmesi gerekiyor. Bugün zirveye
çıkması yarınlar adına çok fazla bir şey ifade etmiyor.
Bu durum ancak bir basamak vazifesi görüyor. Yani bir
basamak çıkmış oluyor insan. Yarını yarın için hazırlaması
veya yarın için yarına hazırlıklı olması gerekiyor.
Her yeni gün yeniden bir donanıma; iman, Kur’an, ihsan..
adına yeni şeyler keşfederek onları taze taze içde duymaya
ihtiyacı oluyor. Yoksa bayatlama ve eskimeden kaçmak
mümkün değildir. Yeni bir güne bayatlamış duygularla
girilmemelidir. Her gün yeni bir mü’min, yepyeni bir
mü’min… İşte, “İki günü birbirine müsâvî (eşit) olan
mağbundur (aldanmıştır).” hadîs-i şerifini de bu manada
anlayabiliriz.

Sevgililer diyarına yolculuk

İnsan ölüme ve ahiret yolculuğuna her zaman hazır olmalı.
Annesinin baş örtüsü gibi içi-dışı temiz bir şekilde
öteden gelecek daveti beklemeli. Çünkü ne zaman “gel”
denileceği belli değil. Öyleyse her an temiz durmalı,
saf kalmalı. Akıl, mantık, kalb, kafa, duygu ve düşünceleri
daima berrak tutmalı ve gitmeye hazır durmalı. Aynı
otobanlar gibi bu yolun da hususi bir çıkışı yok. Bu
hayat yolunda da her yerde çıkış olabilir. Nasıl ki
sağından solundan sağlam bariyerlerle çevrilmiş bir
otobanda giderken bazen birden bariyerlerin açıldığını,
dışarıya bir yol çıktığını ve bazılarının bu yolu takip
ederek otobandan ayrıldığını görüyoruz; işte onun gibi
hayat otobanında da yer yer çıkışlar vardır ve bizim
çıkışımızın yolun her hangi bir bölümünde karşımıza
çıkması muhtemeldir. O çıkışa hazır değilsek bir kazaya
kurban gitmemiz de kaçınılmazdır.

Mesela; birisinin içinden kendini beğenme hissi geçebilir.
İşte tam o esnada “gel” derlerse, o zaman insan Allah’ın
huzuruna bir firavun gibi düşer. Ömür boyu ibadet ü
taat içinde yaşamış ama sonunda kaybetmiş Bel’am b.
Bâurâ gibi birisi olarak düşer. Evet, hazır olmak lazım..
kendini rütbesiz bir nefer gibi görerek vazife yapma
gayreti içinde hazır olmak lazım. İnsan, O’nun varlığının
ziyasının gölgesinin gölgesi; O olmasa hiçbir şey ifade
etmeyen bir varlık. Öyleyse iddia niye? Varlık O’ndan,
herşey O’ndansa iddia niye?

Evet, bir hadis-i şerifte ifade edildiği gibi, “Men
kerihe likâallah kerihallahu likaeh – Allah’a kavuşmaktan
hoşlanmayan kimseyle Allah da mülâkî olmayı istemez.”
İşte, Allah’a kavuşmayı arzulama ölüme hazır olma demektir;
ahirete, haşre, yeniden dirilmeye kat’i inanma ve ebedi
saadeti yakalama azm u gayreti içinde bulunma demektir.
Samimi bir kulun hali de budur; o öteyi sevgililer diyarı
ve ebedi saadet yurdu olarak bilir.. bilir de tertemiz
olarak oraya gidip onlara kavuşmak için bu dünyada da
hep saf ve duru bir hayat yaşayarak yolculuğa hazır,
ötelere müştak bir tavır sergiler.

Bununla beraber, bazı büyük zatların zahiren bakıldığında
ölümden korktukları zannını hasıl edecek sözleri olabilir.
Vazife ve misyon itibarıyla yapacakları şeylerle alakalı
olarak, onların hayatta kalmalarına bağlı bazı hususların
ihmali ve sarsılması endişelerini bir korku şeklinde
algılama muhtemeldir. Mesela, “Ben ölürsem beni örnek
alanlar, nasihatlarımı dinleyenler dağılır; vahdetlerini
koruyamazlar. Yapılması gerekli olan şeyler aksar; kulluk
vazifelerinde gevşeklik gösterilebilir.” gibi mülahazalar
olabilir. Çok nadir insanlar, Bediüzzaman gibi kimselerin
varlığı başka insanların varlığını toparlayıcı olur.
Sebepleri izzet-i azametine perde yapan Cenâb-ı Allah,
Bediüzzaman gibi insanlara da bir misyon yüklemiştir.
Onların fikdanında (yokluğunda) iftiraklar, tereddütler
olabilir. Dolayısıyla O’nun gibi bir insanın ahireti
istemesi kendi nefsi adınadır. Burada kalması ise, Efendimizin
miraçtan nüzulü, tekrar aramıza dönmesi gibi dini adına
olur. Bundan dolayı hayatına, sağlığına dikkat eder;
yaşamak için değil başkalarını yaşatmak için dikkat
eder. Oksijen insandır o. Yoksa Allah’a, Peygamber’e,
haşr u neşre inanmış insan için ölüm rahmettir. İşte,
bizim büyük zevatın ölümle alakalı endişe ifade ediyor
gibi görünen sözlerini vazife ve misyonlarıyla irtibatlandırarak
böyle yorumlamamız icab eder.

Dosttan, ahbaptan ayrılma yer yer bir hicran şeklinde
kendisini hissettirebilir. Zayıf bir rivayette, son
günlerinde Rasul-ü Ekrem’in (sallallahu aleyhi ve sellem)
ashab-ı kiram efendilerimize bakarak duygulandığı anlatılıyor.
Dostlardan böylesi bir ayrılık askere gitme gibidir.
Hani anne-baba evlatlarını askere gönderirken ağlarlar.
Bu da askere gitme gibi muvakkat (geçici) bir ayrılmadır.
Sonradan dirilmeye inananlar böyle inanır; hayatı bir
askerlik, vefatı da bir terhis kabul ederler. Ayrılırken
ağlayabilirler fakat bu ağlama arzettiğimiz manâda olur.

Bir Hatıra ve Namaza Dikkat

Hiç unutamayacağım insanlardan birisi de muhterem Mehmet
Kırkıncı Hoca’nın rahmetli babası, Celal Efendi’dir.
Celal Efendi, Medine’de mücâvir (mübarek bir yerde inzivaya
çekilip ibadet eden, kendini o yerin hizmetine adayan),
kıymetli bir insandı. Orada vefat etti ve oraya defnedildi.
Yanına gittiğimde çok yaşlanmıştı. İlerleyen yaşına
ve rahatsızlıklarına rağmen namazlarını aksatmıyor,
sünnetleri de ayakta kılıyordu. Ama oturup kalkmakta
zorlandığı için namazlarını yatağının yanında kılıyor;
ayağa kalkabilmesi için yatağa tutunması gerekiyordu.
Bu şekilde tamamladığı bir namazdan sonra bana demişti
ki, “Hocam, ben böyle namaz kılarken yatağa tutunarak
kalkıyorum, oluyor mu namazım?” O tabloyu hiç unutamayacağım.
O ne güzel şuur.. herşeye rağmen kulluğunu gereğince
eda etmeye çalışmak ama yine de yaptığıyla yetinmemek
ve daha iyisini aramak. Evet, namaz bizi ahirette kurtaracak
bir sermayedir. Onun için namaz hususunda çok hassas
davranmak gerekir. Allah onun kıymetini ruhlarımıza
duyursun ve eksiğiyle gediğiyle namazlarımızı kabul
buyursun.