Kalbteki Sevgiyi İfade Yolları

Kalbteki Sevgiyi İfade Yolları
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Soru: Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem) bir hadis-i şeriflerinde, meâlen, “sizden biri kardeşini seviyorsa, ona
sevdiğini söylesin” buyuruyor. Bir mü’minin, muhabbet duyduğu bir arkadaşına
sevgisini bildirmesinin yolları ve esasları nelerdir?


Cevap: Hadis kaynaklarına bakıldığında bu hadis-i
şerifin, arka planını çok bilemediğimiz bir hâdise münasebetiyle şerefsüdûr
olduğu görülür. Şöyle ki, Fahr-i Kainat Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)
bir şahısla beraberken yanlarından başka bir zat geçer. Allah Resûlü’nün yanında
bulunan sahabî, Habib-i Ekrem Efendimiz’e, “Ey Allah’ın Resûlü ben şu genci
seviyorum” der. Bunun üzerine Aleyhisselâtü Vesselâm Efendimiz, “Peki bunu
kendisine haber verdin mi?” diye sorar. Hayır cevabını alınca, o sahabîye,
arkadaşına gidip ona olan sevgisini bildirmesini tavsiye buyurur. (Ebû Dâvud,
Edep 122)


Yukarıda ifade ettiğimiz gibi her ne kadar bu hâdisenin arka planı hakkında
kesin ve net bir malumatımız bulunmasa da, bir ihtimal olarak, o iki şahsın
kendi arasındaki hususi bir durum münasebetiyle böyle bir tavsiyenin yapıldığını
söyleyebiliriz. Çünkü fetanet-i uzma sahibi Peygamber Efendimiz (sallallâhu
aleyhi ve sellem) eşya ve hadiselere mahrutî bir nazarla baktığından ashab
efendilerimizin birbiriyle münasebetlerini çok iyi okuyor, çok iyi biliyordu.
Evet o, arkasında saf bağlayan insanların umumî ahvaline vâkıftı. Mesela onların
bir saf teşkil ederken topukları, diz kapakları, omuzları birbirine değecek
ölçüde, âdeta bir bünyan-ı marsus gibi, rasin ve mazbut bir halde bulunup
bulunmadıklarına; gelip geçerken birbirlerine karşı bakış keyfiyetine, yürekten
bir selamla veya göz ucuyla bir nigah-ı âşinâ kılarak “merhaba” deyiş hâllerine
varıncaya kadar aralarındaki münasebeti her zaman öyle doğru okuyor, haklarında
vereceği hükümleri öyle yerli yerinde ortaya koyuyor, öyle isabet buyuruyorlardı
ki, daha ötesi olamaz. Evet, bu şekilde muhatablarını tanıma, bilme ve onlar
hakkında tastamam isabet kaydetme ancak fetanet-i uzma sahibi İki Cihan
Serveri’ne has bir keyfiyettir.


Diğer yandan, gökler ötesi âlemlerle sürekli münasebet içinde olan Allah
Resûlü’nün (aleyhissalâtü vesselâm), vahy-i ilahi vesilesiyle insanların
durumundan haberdar olma gibi aşkın bir yanı sözkonusudur. Bu sebeple
diyebiliriz ki, Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ister
vahiyle kendisine bildirilmesi neticesinde, isterse aşkın fetanet ve üstün
sezisiyle o iki insan arasında bir problem olduğunu sezmiş ve bu sebeple
onlardan birinin “ben falanı seviyorum” demesi karşılığında hiç vakit fevt
etmeden hemen “git ona sevdiğini söyle” diye buyurmuş olabilir. Ancak hâdisenin
arka planında bahsettiğimiz tarzda bir ihtimal sözkonusu olsa bile meseleyi
umumi olarak ele almada da herhangi bir mahzur olmasa gerek. Yani sebebin
hususiliği, hükmün umumiliğine engel teşkil etmemektedir. Bundan dolayı
diyebiliriz ki, mezkur hâdise münasebetiyle vârid olan bu hadis-i şerif, umumî
mânâda herkese hitap etmekte ve kardeşine sevgi duyan bir mü’minin, bu sevgisini
o kişiye söylemesini veya bir yolunu bulup bunu ona ihsas etmesini umumî mânâda
tavsiye buyurmaktadır. Zaten inananlar arasındaki kardeşlik ve tesanüdün tesisi
açısından meseleye bakıldığında, Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve
sellem) ifade buyurduğu bu hususun, mü’minlerin birbiriyle kaynaşmaları,
birbirine sıcak bir nazarla bakıp güven duymaları, gönüllerin birbirine ısınması
ve su-i zanna gidecek yolların tâ baştan kapanması adına ne kadar önem arzettiği
anlaşılacaktır.


“Halid, Allah şahid seni çok seviyorum”


Asr-ı Saadet’e bakıldığında, Fahr-i Kainat Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve
sellem) bu ışıktan düsturunun sahabe-i kiram efendilerimizin hayatlarında çok
önemli bir yer teşkil ettiğini ve bu lâl u güher söz istikametinde nice
hâdisenin vukû bulduğunu görebiliriz. Mesela Hazreti Ömer (radiyallahu anh),
Yermük savaşında Hazreti Halid’i azledip huzuruna çağırdığında şu ifadeyle
sözüne başlayamıştı: “ Ey Halid! Allah şahid seni çok seviyorum.” Hazreti
Ömer’in diğer insanların yanında, bir topluluk içinde Seyyidinâ Hazreti Halid’e
bu şekilde bir hitapla sözüne başlaması, daha sonra söyleyeceklerinin hüsn-ü
kabul görmesi adına çok önemli bir referans olacaktır. Ayrıca azledilişi
dolayısıyla Hazreti Halid’in içinde oluşabilecek muhtemel ukdeleri de tâ baştan
silip süpürecektir. O büyük halife sözlerine şöyle devam eder: “Ancak ey Halid!
Halk elde edilen zaferleri senin şahsında buluyor. Ben biliyorum ki, bu
zaferleri bize ihsan eden Allah’tır. Bu sebeple seni görevinden azlediyorum.”
Zaten Hazreti Halid’in akidesi de bu sözlere ters değildir ki, onlara karşı
herhangi bir itirazda bulunsun. Hazreti Ömer bu sözleriyle şirke karşı ilan-ı
harp ettiğini ortaya koyuyor; bunun üzerine Hazreti Halid de hemen O’nun yanında
yerini alıyordu. İşte Hazreti Ömer’in Hazreti Halid’e olan sevgisini bu şekilde
dile getirmesi ve sözüne böyle bir ifadeyle başlaması daha sonra söylenecek
sözlerin teveccüh görüp hüsn-ü kabulle karşılanması ve vahdet-i ruhiyenin
teessüsü adına çok önemli bir vesile olmuştur.


Mübalağa – Meddahlık ve Natürel Sevgi


Şimdi bir mü’minin, sevgisini kardeşine duyurması, bildirmesi ne kadar
ehemmiyetli ise, bu güzel amel yerine getirilirken samimi ve içten olunması,
sunîliklere girilmemesi, zımnî yalan olan mübalağalara başvurulmaması da o
ölçüde ehemmiyet arzeder. Her hususta olduğu gibi bu mevzûda da yanılmaz ve
yanıltmaz rehberimiz Rehber-i Ekmel Efendimiz’dir (aleyhi elfü elfi salâtin ve
selâm). Çünkü O, duyguda, düşüncede, ibadet ü taatta, insanların birbirlerine
karşı davranışlarında vs. bütün bir hayatı talim etmek için gönderilmiştir. İşte
biz, bir kardeşimiz hakkında müsbet duygularımızı nasıl ifade edeceğiz, onun
meziyet ve faziletlerini dillendirirken nasıl dillendireceğiz bütün bunları da
yine Efendiler Efendisi’nin o lâl u güher söz ve beyanlarından öğrenmemiz
gerekir. Bu açıdan hadis-i şeriflere bakıldığında sahih kaynaklarda yer alan şu
meşhur vak’ayı hatırlayabiliriz: Bir sahabî efendimiz Resûl-i Ekrem Efendimiz’in
(aleyhissalâtü vesselâm) huzurunda, yüzüne karşı bir arkadaşını medh u sena
etmişti. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) o şahsa,
“Arkadaşının boynunu kırdın” buyurup bu sözünü üç kez tekrar etti ve ardından
da, “Bir kimse kardeşini illa övecekse bari, “Falancayı ben öyle
zannediyorum, ancak işin iç yüzünü Allah bilir. Ben hiç kimseyi Allah’a karşı
tezkiye edemem” desin, buyurdu”
. (Buhârî, Şehadat 16).


Resûl-i Ekrem Efendimiz’in bu ikaz ve tenbihini doğru anlayıp doğru
yorumlamak için biraz önce izah etmeye çalıştığım bir hususu müsaadenizle bir
kez daha dile getirmek istiyorum. O da şudur: İnsanlığın İftihar Tablosu
(sallallâhu aleyhi ve sellem), muhataplarını âdeta avucunun içi gibi çok iyi
bilir, çok iyi okur, çok iyi tanırdı. Bu hususu yani muhatabı tanıma mevzûunu
kanaatimce bir sabite gibi kabul edip Efendimiz’in beyanlarına hep bu nazarla
bakılması gerekir. Çünkü böyle bir bakış açısı bize, o nurefşân beyanlar
hakkında sağlam ve sıhhatli hükümlere ulaşmada ciddi fayda sağlayacaktır. İşte
meseleye bu perspektiften bakıldığında şunu söyleyebiliriz: Demek ki yüzüne
karşı medh u senada bulunulan zat, henüz böyle bir medhi kaldırabilecek ruhî
seviyeye ulaşmamıştı, böyle bir övgüyü taşıyabilecek tahammülü yoktu. Bu sebeple
bilinmesi gerekir ki, sevme, sevdiğini duyurup hissetirme başka bir meseledir;
meddahların yaptığı gibi mübalağalara girme, ortalığı Kırkpınar’a çevirecek
şekilde etrafa yağ döküp gezme; “onun eşi-menendi yok..”, “bir sengine yekpâre
acem mülki fedâdır” türünden laflar etme tamamen farklı bir meseledir. İkincisi,
kardeşinin boynunu kırmaya matuf ifadelerdir ki memnu olan budur. Hem bu tür
ifadeler medh u sena edilen zatı baştan çıkardığı/çıkaracağı ve onun uhrevî
hayatının mahvına sebep olacağı gibi, başkalarının gıpta damarını da tahrike
vesile olur. Gıbta mahzursuz görülse de, unutulmaması gerekir ki, gıpta ile
hased hemhuduttur. Bu sebeple gıpta duygusunun tahrik edilmesi tehlikeli bir
sahaya kardeşini sürükleme demektir. Evet, siz birini övdükçe başkalarının
içinde ona karşı çekememezlik ve hased hislerini tetiklemiş ve onun aleyhine pek
çok sun’i düşman icad etmiş olursunuz.


Bu sebeple bence mübalağalara girip büyük pâye, büyük unvanlarla
kardeşlerimizi anmak; anıp onları hased ve kıskançlığın hedefi haline getirmek
yerine, onlara karşı fevkalade sadakat göstermekle kardeşliğin hakkını vermeye
çalışmamız gerekir. Bu açıdan, zımnî yalan olan mübalağalara girmeden, akıl,
mantık ve kalbin kabul edeceği, ruhanilerin ve mele-i alanın sakinlerinin “evet”
diyeceği, dinin ruhuna ve Kur’an akliliğine uygun bir üslupla muhabbet ve
sevgimizi dile getirip ortaya koymalıyız.


Bu mevzûda neyin doğru neyin eğri olduğunu tefrik ve tesbit ise vicdanın
kadirşinas kıstaslarına emanettir. Evet, siz vicdanın hakemliğine başvurduğunuz
takdirde neyin mübalağa ve hilaf-ı vaki beyan olduğunu neyin saf, natürel
sevgiyi ifade ettiğini sezip anlayacaksınız.


Sevgiyi İfadede Değişik Yol ve Vesileler


 Dille beyanın dışında, elbette ki sevgiyi ifade etmenin daha başka
yolları da vardır. Mesela sevdiği kişinin arkasından dua etmek bu yolların en
güzel ve en doğru vasıtalarından biridir. Fahr-ı Kainat Efendimiz (sallallâhu
aleyhi ve sellem): “En süratle kabule karin olan dua, gaibin gaibe
duasıdır.”
(Tirmizî, Birr 50) buyuruyor. Bir insanın, sevdiği bir
arkadaşına, onun hiç haberi olmadan gıyabında dua etmesi, hem sevginin Allah
için olduğuna bir delildir, hem de o iki kişi arasında sımsıcak bir muhabbetin
tesisi adına çok önemli bir vesiledir.


Sevgiyi ifadenin önemli bir yolu da, insanın sevdiği zat hakkındaki hüsn-ü
zannını, o zata ulaştırabilecek üçüncü şahısların yanında dile getirmesidir.
Mesela bir insan, “Ben şimdiye kadar falan kimsenin hiçbir kötülüğüne şahit
olmadım. Hatta bazen belki benden bir kısım kötülükler sadır oldu ama ben ondan
hep iyilik gördüm. O, yaptığım kötülükler karşısında hiçbir zaman aynıyla
mukabelede bulunma gibi bir tavır içerisine girmedi” türünden ifadeler
kullanarak başkaları yanında ona olan güzel duygu ve güzel düşüncelerini dile
getirebilir. Arkadaşının kendisi hakkında söylenen bu tür beyanlardan haberdar
olması o iki kişinin kalbleri arasında sevgi köprülerinin kurulması adına çok
önemli bir vesile olacaktır.


Aynı zamanda bilinmesi gerekir ki, yapılan her bir iyilik de sevgiyi ifade
yollarından biridir. Hiç unutmam arkadaşlardan bir tanesi diğerine şöyle
demişti: “Allah bana bağımdan, bahçemden şu kadar ürün verdi. Eğer kardeşsek ben
bunu seninle bölüşmek istiyorum.” Bu öyle centilmence bir tavırdır ki, siz elli
defa “ben seni seviyorum kardeşim!” deseniz bu ölçüde müessir olamazsınız.
Elbette ki o şahsın böyle civanmertçe bir tavır sergilemesi karşısında siz
kendinize düşeni yapar ve böyle bir teklifi kabul edemeyeceğinizi beyan
edersiniz. Bu, ayrı bir mesele. Benim burada dikkat çekmek istediğim nokta, o
insanın îsar ruhuyla hareket etmesi ve bunun neticesinde de bir sevgi selinin
karşılıklı olarak kalblere akıp durmasıdır.


Tabiî, îsar hasletini sadece maddi olarak ihsanda bulunma, yemeyip yedirme,
giymeyip giydirme şeklinde anlamamak, onunla sınırlandırmamak gerekir. Belki
yeri geldiğinde kendi hissiyat, görüş, düşünce ve fikirlerimizi bir kenara koyup
kardeşimizin hissiyat, görüş, düşünce ve fikirlerini tercih etmek, kimi zaman
maddi meselelerde fedakarlıkta bulunmaktan daha fazla sevgi bağlarını
güçlendiren önemli vesilelerden biridir. Evet, karşı tarafın düşüncelerine
saygılı olup onları kabul etme, kendi hissiyatımızı kardeşimizin hissiyatı
içinde eritip yok etme öyle bir vasıtadır ki, onunla gönül kapılarını ardına
kadar açabilirsiniz. Mesela, bir arkadaşınız size, bir konuda bazı tavsiyelerde
bulundu. Siz de bunun üzerine içinizin sesi olarak, “Kardeşim! Allah senden
ebediyyen razı olsun! Ben bugüne kadar bu meseleye hiç böyle bakmamıştım. Ortaya
attığın bu fikirler benim hiçbir zaman düşünüp akledemediğim enginlikte. Bu fikir
ve tekliflerin, benim için öyle ufuk açıcı oldu ki, Allah’ın izniyle ben pek çok
problemi bu sırlı anahtarla çözebilirim” türünden bazı sözler söylemek sûretiyle
sevginizi ifade etmiş ve kardeşinizin gönlünü size karşı muhabbetle lebâleb hale
getirmiş olursunuz.


Gördüğünüz gibi sevgiyi ifade etmenin pek çok yolu vardır. Sözlerinizle,
gıyaben yaptığınız dualarınızla, îsar ruhuyla hareket etmekle gönüllere
girebilir ve bunların hepsini bir yönüyle “seni seviyorum” mülahazası şeklinde
ele alabilirsiniz.


Ütopik bulabilirsiniz, fakat ben bu noktada durup size bir hissiyatımı ifade
etmek istiyorum. Fakir, öyle arzu ediyorum ki, keşke inanan insanlar
birbirlerini âşık-maşuk münasebeti içinde sevseler. Yani biri Leyla ise diğeri
Mecnun, biri Vamık ise öteki Azra, biri Şirin ise beriki Ferhat, biri Kerem ise
öbürü Aslı olsa. Birbirlerini görmek için âdeta mehâliki iktiham etse yani her
türlü sıkıntı, meşakkat ve tehlikelere karşı göğüs gerip katlansa ve
birbirlerinin arkasından koşturup dursalar. Fakat beşer tabiatının ne tür
zaaflardan mündemiç olduğunu nazar-ı itibara aldığımız zaman, aşk derecesinde
böyle bir sevgi ve alakanın öyle çok kolay gerçekleştirilemeyeceğini de
biliyoruz.


İşte bu noktada yapılması gereken ve mü’mine yakışan tavır, arkadaşlar
arasında yaşanan bir kısım arıza ve problemlere takılıp kalmamak ve yapılan
kötülüklere aynıyla mukabelede bulunmamaktır. Evet, kötülük bile görsek bize
düşen aynıyla mukabelede bulunmak değil, onun arkasından bir iyilik yapmaktır.
Böylece kötülüğü devam ettirebilecek elleri-kolları, iyilik ve ihsanla bağlamış
olacağız. Ayrıca kendimizi kardeşimizin yerine koyup, o, nelerden
hoşlanıyorlarsa, aynı şeylerden bizim de hoşnut olacağımızı düşünmek yani empati
yaparak muhatabımızı anlamaya çalışmak da bu mevzuda çok önem arzeder. Çünkü siz
başkalarına değer atfettikçe, onlar da size değer atfeder. Böylece değerlerin
tedahulü (birbiri içine girmesi), ictimaı gerçekleşir; bu da kalbler arasında
derin bir muhabbet ve kaynaşmaya vesile olur.