Soru: Farklı kültür ve anlayışların iç içe girdiği,
dünyanın âdeta bir köy hâline geldiği günümüzde, ruhumuzun ilhamlarını
başkalarına duyurmaya çalışırken, yanlış anlama ve olumsuz tepkilere sebebiyet
vermemek için hangi hususlara dikkat edilmelidir? İzah eder misiniz?
Cevap: Kur’ân-ı Kerim, Yûsuf sûresinde geçen,
قُلْ هٰذِهِ سَبِيلِۤي أَدْعُو إِلَى اللّٰهِ عَلٰى بَصِيرَةٍ أَنَا
وَمَنِ اتَّبَعَنِي
körüne değil- basiret üzere davet ediyorum.. bana tâbi olanlar da öyle…”
(Yûsuf sûresi, 12/108) âyetiyle Resûl-i Ekrem Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve
sellem) irşat ve tebliğ vazifesini basiret üzere gerçekleştirdiğine dikkatleri
çeker. Âyette;
هٰذِهِ سَبِيلِۤي
“İşte benim yolum budur!”dendikten sonra,
أَدْعُو إِلَى اللّٰهِ عَلٰى بَصِيرَةٍ
“Ben, Allah’abasiret üzere davet ediyorum.” buyrulmaktadır. Bu ifadeyi, “Benim hakka
davetim, irşat ve tebliğim, iyilik ve güzellikleri teşvik ve telkin adına ortaya
koyduğum vesileler insan aklına, insan mantığına, insanın anlayış ve idrakine
zıt değildir.” şeklinde anlayabiliriz. Demek ki, insanlara hitap edilirken,
onların idrak seviyeleri, anlayış kabiliyetleri, neş’et ettikleri kültür
ortamları, tarz-ı telakkileri hiçbir zaman nazardan dûr edilmemelidir. Diğer bir
ifadeyle, muhatap olunan toplumun genel karakterini doğru okuma ve anlatılacak
hususları onların hususi durumlarına ve kültür seviyelerine uygun olarak anlatma
irşat ve tebliğde çok önemlidir.
Üstad Hazretleri, Kur’ân için,
اَلتَّنَزُّلاَتُ اْلاِلهِيَّةُ اِلَى عُقُولِ
الْبَشَر
nazar-ı itibara alarak insanlara hitap ettiğine dikkatleri çeker. Yani Kur’ân-ı
Kerim’de bizim onu anlayabilmemiz için öyle bir üslup kullanılmıştır ki,
mütebahhir mütefekkirler ve derin araştırmacılar ondan çok şey anladığı ve aynı
zamanda anladıklarının ötesinde Kur’ân’ı kendi seviyelerinin çok çok üstünde
gördükleri gibi, bizim gibi mübtedî insanlar da şöyle böyle kendi seviyesine
göre ondan bir şeyler anlar; anlar ve dünyevî-uhrevî saadetleri adına ondan
istifade ederler. Dolayısıyla seviyesi ne olursa olsun önyargısı olmayan herkes
Kur’an’dan istifade eder ve onun hakaikine ulaşmak için sürekli daha ileri bir
seviyeye sıçrama lüzumunu duyar.
Âyetin devamında,
أَنَا وَمَنِ اتَّبَعَنِي
buyruluyor. Bir tevcihe göre bununmânâsı şudur: “Ben nasıl basiret üzerine davet ediyorsam, bana tâbi olanlar
da basiret üzerine davet ederler.” Bu tevcihten hareketle diyebiliriz ki,
kıyamete kadar gelecek ne kadar dava-i nübüvvet vârisi, hak ve hakikate tercüman
olacak insan varsa, bunların hepsinin, davetlerini, basiret üzere yapmaları
gerekir.
Sineler Neye “Evet”, Neye “Hayır” Der
Evet, günümüzde dünyanın dört bir yanına açılan insanlar, hakikaten çok
farklı kültür ortamlarında yetişen insanlarla karşılaşıyorlar. Hatta geçmişte
uzun dönem, aynı kaderi, aynı hakikati paylaştığımız toplumlarla münasebete
geçtiğimizde de bazı farklılıkların olduğunu/olabileceğini göz ardı edemeyiz.
Meselâ bugün Orta Doğu coğrafyasında evrensel insanî değerler, eğitim ve diyalog
hizmetleri açısından çok güzel açılımlar, çok güzel teşebbüsler var. İnsanın
içine inşirah salan bu tablo karşısında fakirin düşünceleri sorulduğunda şu
mülâhazamı dile getirdim: Her bünyede yabancıya karşı bir tepki hissi vardır.
Ben günde iki, üç defa vücuduma iğne yapıyorum. Buna rağmen iğneyi her
soktuğumda vücudum tepki veriyor ve ‘giremezsin’ diyor. Girdikten sonra iki
dakika orada tutunca, bu defa da onu bırakmıyor ve ‘ben onu hallederim, sen
çıkarma’ diyor. Bu mesele bir insanın fizikî yapısında böyle olduğu gibi,
toplumlarda da aynı şekildedir. Yani bir toplumun içine başka bir toplumdan bir
düşünce ve anlayış girdiğinde, ister istemez belli bir tepkinin olması
kaçınılmazdır. Ancak fasl-ı müşterekler ortaya konup, ortak akla hitap edilerek
mutabakat sağlandığı ölçüde bu tepki asgari seviyede gerçekleşir. Şimdi size çok
yakın, yakınlardan daha yakın toplumlarda mesele bu türlü ihtimallere açıksa,
kanaatimce, uzak coğrafya ve kültürlerde daha farklı bir kısım tepkilerle
karşılaşmanız kuvvetle muhtemeldir. Bu açıdan evrensel insanî değerler saikiyle
hareket edip gittiğiniz farklı toplumlarda müşterek nokta ve sahalarda mutabakat
arayışı içinde olmanız gerekir. Meselâ açtığınız okul, üniversite, kültür lokali
vb. müesseselerin sevk ve idaresini ilk fırsatta oradaki insanların uhdesine
bırakabilirsiniz. Evet, hangi topluma hizmet götürmüşseniz bırakın o toplumun
kendi insanı o işi götürsün. Böylece yaptığınız işlerde dünyevî olarak telakki
edilebilecek herhangi bir hırs ve iddianızın olmadığını ortaya koymuş ve yanlış
anlama ve yanlış algıların önüne geçmiş olursunuz. Kanaatimce bu hareket tarzı,
tepkiye sebebiyet vermemenin önemli bir vesilesidir.
Evet, bugün gönüllüler hareketi Afrika’nın derinliklerinden Uzak Doğu’nun en
uç sınırındaki ülkelere, Güney Amerika’dan Kanada’ya kadar dilleri, dinleri,
kültürleri farklı olan değişik toplumlarla beraber olmaktadır. O hâlde bu tablo
karşısında dikkat edilmesi gereken husus, meseleleri sunuşta üslup kusuruna
düşmemektir. Muhatap olunan toplum iyi okunmalı; tek tip yaklaşımla değil de,
farklı coğrafya ve kültür ortamlarında bulunan insanların hissiyatları hesaba
katılmalı ve ona göre hareket edilmelidir. Muhatap olunan bu insanlar neye
“evet”, neye “hayır” derler; neye sinelerini açar, neye kapatırlar, bütün
bunları hesaba katarak meseleleri sunma basiretle hareket etmenin ifadesidir.
“Ün Görmüşüm Gün Görmüşüm Baştan Gelsin
Baklava”
Kırklareli’nde vazife yaparken fırıncı Ahmet Efendi’den bir hikâye
dinlemiştim: Yemeği ağzınıza götürdüğünüzde parmaklarınızı bile yiyebileceğiniz
kadar enfes yemekler yapan bir aşçı varmış. Fakat bu aşçı hayatında hiç servis
yapmamış. Bir gün garson gelmediği için servis yapma vazifesi ona düşmüş. O da
ellerini arkasına koyup “Arkadaş, ün görmüşüm, gün görmüşüm; baştan gelsin
baklava!” demiş. Bir hikâye olsa da, bu kıssanın bize ifade ettiği çok mânâ var.
Evet, sizin sunduğunuz baklava gibi leziz bir yiyecek olabilir ve siz o
baklavayı gönlünüzden kopup gelen bir insanlık ve iyi niyetle sunabilirsiniz.
Ancak her şeyin bir sırası bulunduğunu ve karşınızdaki insanların belli
alışkanlıklarının olduğunu asla unutmamalısınız. Söylediklerinizin ve
yaptıklarınızın zamanlamasını ayarlamanız bu açıdan çok önemlidir. İşte işin
önünü-sonunu hesap etme, meseleleri arka planıyla görme, onlara mahrutî ve
bütüncül bir nazarla bakma ve mebdeden müntehaya hep tenasüb-i illiyet
prensibine göre hareket etme basiret dediğimiz o âlî vasfa ait
hususlardandır.
Ayrıca, eğitim, diyalog gibi insanlık için çok önemli olan bu faaliyetleri
yaparken her zaman A planına mukabil bir B planınızın olması; beklenmedik ve
sürpriz bir şekilde ortaya çıkan olumsuzluklar karşısında alternatif
yollarınızın bulunması da basiretle hareket etmenin gereğidir. Evet, bugün
insanımız gönüllere inşirah salacak ölçüde çok farklı coğrafyalarda hüsnükabul
gördü. Fakat bu güzel tablo karşısında rahatsızlık duyup kötülük yapabilecek bir
kısım huysuz ruhların ortaya çıkması da mümkündür. Ortaya çıkabilecek böyle bir
muhalif rüzgâr karşısında bu güzel faaliyetleri nasıl koruyabiliriz? Oluşmuş bu
harmanın savrulmasına nasıl engel olabiliriz? Bazen siz, gayret eder, çalışır ve
neticesinde tınazlar, tığlar ve çeçler oluşturursunuz. Fakat esen bir muhalif
rüzgâr sizin ortaya koyduğunuz bütün semereyi alır, bir tarafa savuruverir. Veya
maruz kaldığınız bir dolu bütün başaklarınızı döküverir. Böyle bir suiakıbete
maruz kalmamak için her şeyi çok engince düşünerek ele almalı, kendi
hissiyatınızın yanında başkalarının hissiyatını da doğru okuyabilmelisiniz. İşte
bunların hepsini “عَلٰى بَصِيرَةٍ” kategorisi içinde mütalaa edebilirsiniz.
Meselâ bir yerde belli bir alanda bir açılım niyetiniz varsa, öncelikle zemin
etüdü yapmanız ve ona göre hareket etmeniz gerekir. Ticaret yapmak isteyen
arkadaşlara bile ben öncelikle gidecekleri yerle alâkalı zemin yoklaması yapıp
yapmadıklarını soruyorum: “Sizin orada satmayı düşündüğünüz ürün ve mala ne
ölçüde talep var? Acaba yatırım yapmayı düşündüğünüz sahayla alâkalı gideceğiniz
yerde çok güçlü rakipler var mı? Eğer bunları hesaba katmadan işe koyulacak
olursanız, emeğiniz bad-ı heva gidebilir!” diyorum. Ben böyle bir zemin
yoklamasını hizmet-i imaniye ve Kur’âniye adına da çok önemli görüyorum. İşte
zeminin güven altına alınması, insanları endişelendirecek, onlarda bir şey
dayatılıyor hissini uyaracak yanlışlıklara girilmemesi basiretle hareketin bir
neticesidir.
Yersiz Endişelere Sebebiyet Vermemek İçin Alabildiğine
Temkin
Son bir husus olarak şunu ifade edeyim: Beşer, asırlardır, dünyanın değişik
bölgelerinde bazen doğrudan doğruya, bazen dolambaçlı yollarla istismar ve
sömürü hareketlerine şahit oldu, derinden derine onların acısını yaşadı. Yaşanan
bu hâdiselerin, basiretle hareket etmenin ehemmiyetini daha bir artırdığı
kanaatindeyim. Zira bu üzücü hâdiselere sebebiyet verenler, kendileri nasıl bir
yolda yürüdülerse, sizin bu masumane yürüyüşünüzü de aynı şekilde
yorumlayabilirler. “Galiba bunlar da bizim yaptığımızı yapmak istiyorlar?”
diyebilirler. Daha önce arz ettiğim bir misali müsaadenizle tekrar arz edeyim:
Kepenklerin önünde gezen bir hırsız, hep kilitlerin durumuna bakar ve: “Acaba
bunların hangisi gevşek, hangisi tam kilitlenmemiş, ben bunlardan hangisini daha
kolay açarak dükkâna girer ve onun içini boşaltırım?” diye düşünür. Dükkân
sahibi de oradan geçerken “Acaba dükkânımın kapısını kilitledim mi?” der,
masumane kendi dükkânına bakar. Fakat dükkân sahibinin bu bakışını gören hırsız
hemen: “Galiba bu da bizden!” der ve onun da bir hırsız olduğuna hükmeder. Şimdi
bir dönemde birileri haramîlik yapmış, insanların duygu ve düşünceleri üzerine
gelip oturmuş ve onların tepesine bir balyoz gibi inmişse; sizin çok masumane
düşüncelerle insanların ayaklarına gitmenizi aynı şekilde değerlendirir ve sizi
rakip olarak görürler. Tabiî bunun neticesinde masumane yapmak istediğiniz her
türlü hayır ve güzelliği engellemeye çalışırlar. Bu açıdan günümüzün adanmış
ruhları, olabildiğince temkin, teemmül ve basiretle hareket etme
mecburiyetindedir. Bu hassasiyet gösterilmediği takdirde, Rabbim muhafaza
buyursun, sırttaki yumurta küfesine zarar verilmiş ve emanete hıyanet edilmiş
olur.