Geçen haftaki yazımızda; Müslim-i şerifin üç yüz altıncı hadis-i şerifi perspektifinden “şefaatin aklen ve naklen imkânı” mevzuunu izah etmeye çalışmıştık. Bu hafta ise Müslim-i şerif üç yüz otuz sekizinci hadis-i şerif zaviyesinden Müminlere karşı “Rauf u Rahim”[1] olan Fahr-i Kâinat Efendimiz’in (sallâllahu aleyhi ve sellem) ümmetine rahmet, şefkat ve re’feti mevzuunu işleyeceğiz.
Fahr-i Âlem Efendimiz (sallâllahu aleyhi ve sellem) Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’tan mervi bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadırlar:
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
لِكُلِّ نَبِيٍّ دَعْوَةٌ مُسْتَجَابَةٌ، فَتَعَجَّلَ كُلُّ نَبِيٍّ دَعْوَتَهُ، وَإِنِّي اخْتَبَأْتُ دَعْوَتِي شَفَاعَةً لِأُمَّتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ، فَهِيَ نَائِلَةٌ إِنْ شَاءَ اللهُ مَنْ مَاتَ مِنْ أُمَّتِي لَا يُشْرِكُ بِاللهِ شَيْئًا
“Her peygamberin kabul edilen bir duası vardır ve her peygamber duasını evvelce yapmıştır. Fakat ben duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat etmek için sakladım. İnşaallah (benim bu şefaatim) ümmetimden Allah’a hiçbir şeyi şerik(ortak) koşmadan ölenlere nasip olacaktır.”[2]
***
“Kâinata şefkat, rahmet ve re’fet gözleri muvacehesinden bakan bir insanın irtibata geçemeyeceği bir nesne yoktur.” İslamî hakikatini levhalaştırırcasına; “Şefkat sağır olanın işitebileceği, kör olanın da okuyabileceği bir dildir.” der batılı bir aydın. Şefkat, rahmet ve re’fet eksenli olan her eylem; insan, hayvan ve sair eşya ile münasebetlerimiz açısından en saf, en duru ve en yanıltmaz geri bildirimler sağlayan bir bumerangdır adeta. Zira insanın hakkı kabule meyyal o nezih fıtratı -tabiri caizse- öyle nazenin bir toprağın bağrına dercedilmiştir ki; o fıtratı orada filizlendirecek olan can suyunun şefkat, rahmet ve re’fet mineralleri ile dopdolu olması şarttır.
Bu hakikat ile hareket; bütün Enbiya-ı Kiram Efendilerimiz’in (aleyhimüsselam) davetlerinin ana mihverini oluşturduğu gibi, yine en kâmil manada temsilini de Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz’in tebliğ metodunda bulmuştur. O (sallâllahu aleyhi ve sellem), fetaneti a’zam sahibi olması hasebiyle; bu surette hareket etmenin fayda ve lüzumunu iz’an derecesinde derkeylemiş ve bi’setten, ruhunun ufkuna kanatlanacağı o ana kadar da bu tarz üzere hareketten bir milim olsun geri durmamıştır.
Hak dinin tebliği ile tavzif olunan Enbiya-ı Kiram Efendilerimiz’in (aleyhimüsselam) Hakk’a davetleri esnasında kavimlerinin inatta ve zulümde diretmelerinin, kâmil derecede insaniyetin temsili ile vazifeli olan peygamberlerin dahi takatinin fevkinde bir hal almaya başlaması neticesinde “Ya Rabbi sana havale ediyorum” manasına gelecek bir takım dualarda bulunduklarını yine Kur’an-ı Azimüşşan’dan öğreniyoruz.[3] Oysa Allah Resulü (sallâllahu aleyhi ve sellem)’in kendi kavmi aleyhine bu denli şümullü bir “havalesine” ne Kur’an’da ne de kütüb-ü sahiha’da rastlamak mümkün değildir. Zira O (sallallâhu aleyhi ve sellem), insanlara ve sair eşyaya rahmeti ve şefkati en zirve noktada temsile mazhar -belki de bununla mükellef ve muvazzaf- bir mahz-ı rahmettir. O sebepledir ki O’nun (sallâllahu aleyhi ve sellem) sadece mübarek sîretleri değil nurefşan suretleri dahi adeta Cenâb-ı Hakk’ın ibadına olan rahmetini en kâmil manada aksettiren bir ayinedir. İşte bu mazhariyettir O’nu (sallâllahu aleyhi ve sellem) âlemlere rahmet kılan.
“Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) âlemlere rahmet olduğu, Kur’ân-ı Kerim’in değişik ayetlerinde ifade edilmektedir: Enbiyâ sûresindeki وَمَآ اَرْسَلْنَاكَ اِلاَّ رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ ‘Başka değil, Biz seni bütün âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik’[4] âyet-i kerimesi bu hakikati açıkça seslendirir. Efendimiz (sallâllahu aleyhi ve sellem) , mertebe mertebe, kademe kademe, derece derece âlemlere rahmettir. Bu hakikati ise şu şekilde ifade etmek mümkündür:
O (sallâllahu aleyhi ve sellem) İnsanlık İçin Bir Rahmettir
Âlemin bir parçası olan bütün insanlık dünyası ve hususiyle de bizim için bir rahmet olması itibarıyla, O’nun sayesinde bütün kara delikler, ak delikler hâline gelmiştir. Bütün karanlıklar aydınlığa inkılâp etmiştir. Dünya bir matemhane-i umumiye iken, O’nun sayesinde bayramlara, şenliklere ve şehrayinlere dönüşmüştür. O’nun sayesinde insanlık sahipsiz ve yetim olmaktan kurtulmuştur.. ve yine O’nun sayesindedir ki insanlık, yokluk çukuruna yuvarlanmaktan necat bulmuştur. Ölüm, ahirete ve Cennet saraylarına giden bir koridor hâline gelmiş ve aydınlanmış; bu itibarla imanın kuvveti nispetinde herkes, değil ölümden korkmak ve kabirden geriye durmak, ahireti iştiyakla arzular hâle gelmiştir. Çünkü ahiret O’nun yanında bütün dostların da içtima ettiği bir yerdir. Yine O’nun neşrettiği nur sayesinde ihtiyarlık, başarılı bir hayatın finali hâline gelmiş; hastalıklar, musibetler, insanı mânevî kirlerden arındıran birer kurnaya dönüşmüş; hiç olmazsa öyle algılanmaya başlamış ve kâinat camidat-ü meyyite olmadan çıkmıştır.. evet o ziya, rahmet ve ümit insanının neşrettiği hakikat ve nur sayesinde dağlar, taşlar âdeta bize birer enîs (dost) hâline gelmiş ve O’nun mesajının ulaştığı yerlerde küfür ve nifakla kararmış ve zift gibi görünen bütün eşya birdenbire aydınlanıvermiştir. Evet, âdeta her şeyin mahiyeti değişmiş, başaşağı gidenler, ayaklarının üzerinde yürür hâle gelmiş; dağlar birer canavar görünümünde olmadan çıkmış, Allah’ın musahhar birer mahluku, vahşi hayvanlar ise emrimize âmâde birer mûnis ve muvazzaf memur hâline gelmişlerdir.
O (sallâllahu aleyhi ve sellem) Âlem-i Hayvanat İçin Bir Rahmettir
Buradan hareketle bizler, Allah Resûlü’nün neşrettiği nur sayesinde, hiçbir canlının abes olmadığını ve Allah’ın abes yaratmadığını anlıyor, Allah’ın bu iç içe meşherleri karşısında iki büklüm oluyor ve “Sen ne büyüksün!” diyoruz; diyor, uzak yakın çevremizde görüp hissettiğimiz her şeye karşı derin bir hayranlık duyuyoruz. O’nun neşrettiği nur sayesindedir ki, büyük-küçük, canlı-cansız her şeyin çehresindeki hikmetleri müşâhede ediyor ve سُبْحَانَ مَنْ تَحَيَّرَ ف۪ي صُنْعِهِ الْعُقُولُ sözleriyle [5] nefesleniyoruz. Ve yine O’nun neşrettiği nur sayesindedir ki, sağa sola atılmış değersiz emtia gibi olan şeylerin birer antika sanat eseri olduğunu anlıyor ve takdirle alıp yüzümüze gözümüze sürüyoruz. İnsanoğlunun kendisi de öyle kıymetli bir sanat abidesidir ve ancak O’nun neşrettiği ziya sayesinde hakikî mahiyeti okunup anlaşılabilmiştir.
O (sallâllahu aleyhi ve sellem) Bütün Cansız Varlıklar İçin Bir Rahmettir
O, eline bir avuç kum alınca onlar, “Minnet Sana, şükran Sana!” mânâsına, O’nun elinde Allah’ı (celle celâluhu) tesbih u takdis etmişlerdir. Ağaç, onun mânâ ve muhtevasını aydınlığa kavuşturduğundan ötürü, bir bedevinin imanına vesile olma sadedinde, vadinin öbür tarafından yeri yara yara ve yürür gibi Efendimiz’in davetine icabet edip gelmiş ve lisan-ı hâlle sanki şunları söylemiştir: “Yâ Resûlallah! Cemadat âlemi içinde anlaşılmaz bir şeydik. Senin neşrettiğin nur sayesinde, alınlarımızda Allah’ın sikkesini taşıyan çok kıymetli varlıklar hâline geldik.”[6]
Başka bir zamanda da O (sallâllahu aleyhi ve sellem) yağan yağmurun altına ridasını sermiş ve bunu neden yaptığını anlamaya çalışan hakikat aşığı sahabilerine de ‘onun Allah ile olan sözleşmesi benimkinden yeni’ buyurmuştur. Böyle yapmakla da adeta kâinata verilen değer açısından kâbına ulaşılamaz bir çıta koymuştur.
Evet, “O, öyle geniş bir rahmettir ki, ahirette de “rahmeten lil-âlemîn” olduğunun ifadesi, mücrimlere şefaat edecek ve şefaatinin ayrı bir tecellîsi olarak O’nun yolunu takip eden ulemâ ve sulehâ da şefaat edecektir.. ve tabiî, o gün en büyük şefaat en büyükten sâdır olacaktır; O Yüceler Yücesi de şefaat edecek ve milyonlarca kişiyi elim bir azaptan kurtarıp saadete ulaştıracaktır.
Tefsirciler, Allah Resûlü’nün mahşerde herkese rahmet olacağını ifade etmektedirler. Kâfirler, O’nun âlemlere rahmet olması sayesinde mahşerin dehşeti, şiddeti, hiddeti ve öldürücü havasından kurtulacak, hesapları tezden görülecek ve herkes gideceği yere gidecektir. Yazımıza temel aldığımız hadis-i şerifte ise Kamer-i Münir Efendimiz (sallâllahu aleyhi ve sellem) ahirette mü’minlere şefaat edecektir. Bu müjdeyi Allah Resûlü bize, “Her peygamberin müstecap bir duası vardır. Ben ise –inşâallah– duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat etmek için saklıyorum.” ifadeleriyle vermektedir.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Mü’min, وَمَآ اَرْسَلْنَاكَ اِلاَّ رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ derken, Cenâb-ı Hakk’ın âlemlere rahmet olarak gönderdiği O zâtın kamet-i bâlâsını, yaptığı ve yapacağı bütün bu şeylerle görmeye çalışmalıdır. Hatta bir mü’min sadece kendi şuur ve idrakiyle kendisine gelen şeyleri değil, zerrelerden kürelere kadar her şeyin, O’nun neşrettiği nur sayesinde aydınlığa kavuşmasını ve hâl diliyle O’na minnet ve şükranda bulunmasını, ayrıca onlara müekkel olan meleklerin, varlıklarındaki mânâ ve maksat O’nunla anlaşılan zerreler, küreler, sistemler ve canlılardaki hücreler namına, onlara ait hâl diliyle yaptıkları tesbih, takdis ve tahmidi Cenâb-ı Hakk’a takdim ettiklerini şuuren düşünmelidir. Böylece mü’min, Efendimiz’in nasıl büyük bir hamde vesile olduğunu anlamalı ve şöyle demelidir:
‘Elhak sen Ahmed-i Mahmud-u Muhammed’sin Efendim. Hak’tan bize Sultan-ı müebbedsin. Hammâdûn, senin ümmetin; Livâü’l-Hamd’in ve Kevser’in sahibi de sensin.”[7]
“Hâb-ı gafletten olan bidâr olanda Rûz-i Haşr
Eşk-i hasretten tökende dîde-i bidâre su
Umduğum oldur ki Rûz-i Haşr mahrum olmayam
Çeşme-i vasilin vire men teşne-i dîdâre su”[8]
Sefa Salman
[1]. Tevbe suresi, 9/128.
[2]. Sahih-i Müslim, İman, 338.
[3]. Nuh suresi, 71/26.
[4]. Enbiyâ sûresi, 21/107.
[5]. “Akılların sanatına hayran kaldığı Zât’ı takdis ederiz.”
[6]. M. Fethullah Gülen, Yol Mülahazaları
[7]. M. Fethullah Gülen, Yol Mülahazaları
[8]. Fuzuli, Su Kasidesi