Aksiyon Öncelikli Düşünce

Aksiyon Öncelikli Düşünce

Soru: 1) Normalde bütün hareketlerimizin mukaddem bir plan ve programa bağlı götürülmesi önemli bir disiplin olarak zikrediliyor. Diğer taraftan, hizmet felsefemizde “aksiyon öncelikli bir düşünce”nin varlığından bahsediliyor. “Aksiyon öncelikli düşünce” nasıl anlaşılmalı ve uygulanmalıdır?



-Yapılan işleri ve elde edilen başarıları, başlangıçta yapılan plan ve programlara bağlayıp Cenâb-ı Hakk’ın inâyet, riâyet, kilâet ve vekâletini hiç görmemek bir çeşit şirktir. (01:00)

-Biz bu dünyada esbap dairesi içinde halk edilmişiz; etrafımızı çepeçevre kuşatan sebepleri görmezlikten gelemeyiz. Sebepleri görmezlikten gelmek, tekvînî emirleri, başka bir ifadeyle Cenâb-ı Hakk’ın kâinatta koymuş olduğu kanun ve kuralları görmezlikten gelmek demektir. Ayrıca madem Cenâb-ı Hak, ilâhî kudret ve iradenin, zahiren, basit ve hasis şeylere taalluku görünmesin diye, sebepleri izzet ve azametine birer perde kılmış, onlarla bizi çepeçevre kuşatmıştır ve O’nun izni olmaksızın onlardan sıyrılmamız mümkün değildir; o hâlde, Allah’ın vaz’etmiş olduğu bu sebepleri görmezlikten gelme, Allah’ın emirlerine itaatsizlik ve O’na karşı saygısızlık mânâsına gelir. (02:00)

-Bir keresinde, Cenab-ı Hakk’ın kudreti ile umur-u hasisenin mubaşereti mevzuu sorulmuştu. “İzzet ve azamet ister ki, esbap/sebepler perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celal ister ki, esbap, elini çeksin tesir-i hakikiden.” sözünün şerhi sadedinde bazı hususları anlatıyordum. Bir aralık, misal sadedinde şöyle dedim: “Mesela hayvanın kuyruğunu kaldırıp terslemesi bir fiildir. Bu fiili de Cenab-ı Hakk’ın kudret ve iradesi haricinde düşünemeyiz; fakat, Allah kuyruğu ve saireyi icraatına perde yapmış.” Bu misali daha önce de birkaç kez kullanmıştım. Halbuki, Cenab-ı Hakk’ın zatı, sıfatları ve esması için misallerin en kudsîsi kullanılmalıdır. Ulvî misaller varken, böyle yüce hakikatlerin çirkin örneklerle anlatılması uygun değildir. Esasen saygı ve edep de bunu gerektirir. Ben bu misalle, konuyu anlatırken birdenbire “danaburnu” denen bir böcek belirdi. Sonra bir anda bir pençesini üst dudağıma, bir pençesini de alt dudağıma geçirdi ve ağzımı sımsıkı tuttu. Başımdan aşağıya adeta kaynar su dökülüyor gibi oldu. Bir refleksle onu kavrayıp attım ve başlamış olduğum o misali anlatmaya devam ettim. Çok uzaklara attığımı sandığım danaburnu nereden belirdiyse belirdi ve geldi. İkinci defa, bir alt dudağıma bir de üst dudağıma pençelerini geçiriverdi. İşte o zaman kat’iyyen anladım ve inandım ki, Zat-ı Ulûhiyeti anlatırken seçeceğimiz misaller bile çok mübarek, çok nuranî ve çok nezih olmalı. Madem Cenab-ı Hakk kendi zatının takdisi ve tenzihi için, aklın zahiri nazarında esbabı perde yapmış, hep temizi gösteriyor; o zaman bizim de o temizliğe riayet etmemiz lazım. (04:50)

-Bütün hareket ve faaliyetlerimiz mutlaka icmâlî bir plan ve programa bağlanmalıdır. Şu kadar var ki, bu plan ve programın Kitab’a, Sünnet’e, ümmühâta ve muhkem disiplinlere uygun düşmesi gerekir. (07:50)

-Rabbimizi, Peygamberimizi ve dinimizi bütün dünyaya tanıtma düşüncesi bir mukaddem plan sayılabilir. Aslında, her mü’minin gönlünde böyle bir sevdanın olması lazımdır, zira, öz değerlerini başkalarına da duyurma gayreti doğru inanmış olmanın bir tezahürüdür. Ne var ki, böyle bir arzu ve niyet, sözlere değil, hal ve tavırlara emanet edilmelidir. Mü’minler, bu konuda tesirli ve başarılı olmayı sözlerinde ve misyonerlik düşüncesinde değil, hal dilinde ve temsil keyfiyetinde aramalıdırlar. (11:00)

-Bazı coğrafyalarda canlı bombalar ve terör hadiseleri gibi bir kısım yanlışlıklarla kirletilen değer ölçülerimizi ve kültür zenginliklerimizi, kendi güzellikleriyle âleme duyurma ve İslam’ın o pırıl pırıl çehresini herkese gösterme konusunda tabii ki bizim bir planımız ve gayretimiz olmalıdır. Dünyanın dört bir yanına yayılmalı ve “Böyle müslümanlar da var!” dedirtmeliyiz. Bunu kendimiz adına dedirtmemeliyiz, o riya olur. Fakat, Müslümanlık adına bunu dedirtmek bir vazifedir. (16:40)

-Bir yerde oturup tembel tembel düşünenler hep karanlık düşünür, karanlık konuşur, fitne ve fesada açık yaşarlar. Aksiyon içinde düşünenler, yani canla başla koşarken bir yandan da yeni yeni projeler üretenler, plan ve programlar yapanlar ise aydınlık düşünür, aydınlık konuşur, silm ve selâmetin, aşk u şevkin temsilcisi olurlar. Zaten, âhirzaman kudsilerinin temel özelliği de, aksiyon öncelikli düşünce insanı olmalarıdır. (20:41)


Soru: 2) “Bizim aksiyon ve düşünce hayatımızın temel dinamiği rûhî hayatımızdır; rûhî hayatımızı da dinî düşüncelerimizden ayırmamız mümkün değildir.” buyuruyorsunuz. Aksiyon ve düşünce ile ruhî hayat arasında nasıl bir münasebet söz konusudur? (23:38)



-İnanan bir insanın kendi iç âleminde, kalb ve ruhun hayat seviyesine yükselmesi, ibadet, zikir ve fikirle gerçekleştiği gibi, bütün bir varlığı kucaklaması, kendi nabızlarının atışında O’nu duyması, beyninin her fakültesinde O’nu hissetmesi, eşyanın perde arkasını görmesi ve varlık içindeki çokluktan, belki bir yönüyle de yalnızlıktan kurtulması yine ibadet şuuruna, zikir ve fikir cehdine bağlıdır. (23:54)

-Geleceğin fikir işçileri, hareket dinamizmlerinin yanında, düşünce güçlerini de kullanarak, bir kere daha İslâm’ın sesini almaya, bakış zaviyesini yakalamaya, nabzını tutup, kalbini dinlemeye çalışmalıdırlar ki, “ba’s-ü ba’de’l-mevt” yolunda berzah hayatı yaşamasınlar. Bu da her şeyden evvel, nefsâniliğin bütün baskı ve dürtülerinden uzaklaşarak rûhânîliğe açılmaya ve dünyayı ötelerin intizar salonu görüp bilmeye bağlıdır. Diğer bir ifadeyle, ibadetlerimizdeki kemmiyeti keyfiyetle derinleştirmeye.. evrâd u ezkârdaki riyâzîlikten doğan eksikliği niyet ve hulûsla nâmütenâhîleştirmeye.. duâ, münâcât ve yakarışlarımızda, bize bizden daha yakın bir varlığa yalvarıyor olma marifet, saygı ve temkinine.. ve böylece kalb ve ruh ufkuna yükselmeye vâbestedir. (26:40)

-Seyr u sülûk-i ruhanîde, letâif-i aşere (on lâtife) veya yedi nefis mertebesine bağlı olarak kalbî ve ruhî hayat derecesini elde etme, erbabınca müteâref bir yoldur. Ancak, hem seyr-i ruhânî hem de onun içinde ö¬nemli bir yer işgal eden çile vasıtasıyla kazanılmış mertebe, de¬rece, mevhibe ve vâridata ulaşmanın başka alternatiflerinin bulunduğu da bir gerçektir. Bilhassa bu alternatifler arasında, bir mânâda, peygamberlik hakikatinin tecellîsi ve sahabî mesleği¬nin inkişaf ettirilmesi yolu da diyebileceğimiz “acz, fakr, şefkat, tefekkür, şevk ve şükür” esaslarına bağlı alternatif yöntem çok önemlidir. İşte, bu yollardan herhangi biriyle kalb ve ruh ufkuna ulaşmak da ciddi bir aksiyon ve düşünce cehdi istemektedir. (29:30)


Soru: 3) “Düşünce bir iç aksiyondur.” buyuruluyor? Aksiyon sayılabilecek bir düşünce nasıl olmalıdır? (34:00)



-Basit bir düşünce çok fazla bir şey ifade etmez; fakat, ideal düşünceye ulaşabilmek de ancak o mübtedî düşüncelerin bağrında gelişir. (34:35)

-Şiddetli istek, kararlı duruş ve ızdırap edalı ilk niyet ve fikirler olmasa, daha sonraki sistemli, plana dönüşen, aksiyona dökülen ve realize edilen düşünceler de olamaz. (35:10)

-Heyecan duymak, dengesizliğe girmemek şartıyla çok kutsaldır. Fakat, heyecanı hayata yansıtırken hem yârı hem de ağyârı rahatsız etmemek ondan daha kutsaldır. (36:50)

-Halvet ve uzletten murad, kalb hanesini ağyârdan temizleyip yâr ile hemdem olmaktır. Halk içinde Hak’la beraber bulunan ve kesretin en uç noktalarında dahi sürekli tevhidi kollayan bir gönül hep halvette sayılır. Halktan uzaklaşarak yalnız yaşamak marifet değildir; asıl hüner, Allah ile irtibatı güçlü tutarak kulluğun hakkını verebilmek, Mevlâ-yı Müteâl’e sâdık bir bende olarak kalabilmek ve gönülden gelen samimi bir sesle O’nu her yana duyurmaya ve herkese sevdirmeye gayret etmektir. (38:13)