Yol Yorgunluğuna Düşmemenin Çaresi: Yenilenme Cehdi

Yol Yorgunluğuna Düşmemenin Çaresi: Yenilenme Cehdi
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Soru: Mefkûre muhacirlerinin, zamanla gelen durgunluk,
ülfet ve matlaşmaya yenik düşmemeleri için dikkat etmeleri gereken hususlar
nelerdir? İzahını lutfeder misiniz?


Cevap: Öncelikle bilinmesi gerekir ki, insanın
belli bir dönem elde ettiği mânevî kazanımlarını, canlılık ve revnaktarlığını
bir ömür boyu muhafaza edebilmesi kolay bir iş değildir, hatta onları ilk defa
elde etmekten daha zordur. Evet, ilk duyulduğu an ruhlarda ihtizaz meydana
getiren, şok tesiri hâsıl eden söz ve hâdiselerin, terütaze hissiyatın,
metafizik gerilimin bir ömür boyu devam ettirilmesi zorlardan zor bir meseledir.
Onun için hemen her yeni başlangıçta saff-ı evveli teşkil eden insanlar çok
canlı ve dinamik olsalar da daha sonraki dönemlerde aynı canlılığı devam
ettirememişlerdir. Öyle ki, başlangıç itibarıyla inandıkları değerler uğrunda
hırz-ı can edip kahramanlık sergileyen ilklerde bile üzerlerinden geçen zamanla
birlikte aşınma ve yorgunluk emareleri görülmeye başlanmıştır. Cenâb-ı Hakk’ın
insanoğluna büyük bir nimeti olan zamanın kendisi aşınmasa da, onun kadr u
kıymeti bilinmeyince; bilinmeyip canlılık ve taze kalma adına o hakkıyla
değerlendirilmeyince, her geçen gün, duygu ve düşüncelerdeki taravet, halâvet,
canlılık ve cazibedarlık belli bir aşınma ve yıpranmaya maruz kalmıştır. Meselâ
kılınan namazlarda, Allah huzurunda bulunuyor olma şuurundan uzaklaşılmış,
gönüller ihtizaz ve iç titremelere hasret kalmıştır. Aynı şekilde, insanı Reyyan
kapısından geçirmeye ve ona Cennet koridorunda yürüyor olma ruh hâletini
kazandırmaya namzet olan oruçlar, akşam yemeğinin beklendiği bir açlık hâline
dönüşmüştür. Bu sebeple, bir kez daha ifade edelim ki, mebdede elde edilen
kazanımları; kıymet-i harbiyeleriyle, derinlik, revnaktarlık ve cazibedar
buudlarıyla koruyabilme, onları ilk defa elde etmekten daha zordur.


Kesintisiz Yenilenme Cehdi


Her fert ve toplum için mukadder gibi görünen bu durum karşısında yapılması
gereken, insanın sürekli yenilenme ceht ve gayreti içinde olması, bu şuurla
hayatını örgülemesidir. Zira sizin gözünüz ve gönlünüz bir dönem, belli
güzelliklere açılmış olabilir ve siz o güzellikleri samimi ve yürekten bir
şekilde bağrınıza basmış olabilirsiniz. Fakat daha sonra o güzellikleri
soldurmadan, öldürmeden, ruh ve düşünce dünyanızda partallaştırmadan bütün
parlaklığıyla muhafaza edebilmeniz çok ciddi bir ceht ve gayrete vâbestedir. Bu
durumu şöyle bir misalle de izah edebiliriz: Bir insan halata tutunarak, ayağına
kancalar takarak, ellerine eldiven giyerek ve benzeri yollarla uğraşıp
çabalayarak bir yolunu bulup zirveye tırmanabilir. Fakat daha sonra, tırmandığı
bu zirvede tutunabilmesi, mevcudiyetini orada devam ettirebilmesi, o zirvenin
şartlarına, atmosferine ayak uydurabilmesi ve aynı zamanda o mekânı
kendileştirmesi, kendisine benzetmesi zirveye tırmanmaktan daha zor bir iştir.
Bunun için asıl mesele zirvede durabilmek, kazanımları kaybetmemek bir yana
belki onları katlayarak devam ettirebilmektir. Bu da ancak sürekli bir yenilenme
ceht ve gayretiyle mümkündür.


Bir hadis-i şerifte geçtiği üzere Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem)
sahabe-i kiram efendilerimize;

جَدِّدُوا إِيمَانَكُمْ

“İmanınızı yenileyiniz”
tavsiyesinde bulunur. Bunun üzerine kendisine; “Ya Resûlallah! İmanımızı nasıl
yenileyelim?” diye sorulduğunda, İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhissalâtü
vesselâm):

أَكْثِرُوا مِنْ قَوْلِ لَا إِلٰهَ إِلَّا
اللّٰهُ

“Lailahe illallah” sözünü (zihnen, kalben, lisanen) çokça
yâd edin”
buyurur. (Mecmeu’z-zevâid,10/82) O halde siz bilgi havuzunuza
sürekli bir şeyler akıtarak imanınızı, İslâmî düşüncenizi ve ihsan mülâhazanızı
yenilemeye çalışacaksınız. Böylece, gönül dünyanızda tebahhur edip uçan,
dışarıya kaçan bilgilerin birkaç katı malumatı farklı kanallardan tekrar oraya
akıtacak; akıtıp meydana gelen boşluğu yeniden dolduracaksınız. Tekvînî emirleri
tetkik edecek, tefekkür vadilerinde dolaşacak, geçmiş bilgilerinizi bugünkü
bilgilerinizle mezcedip sürekli yeni tahlil ve terkiplere ulaşacak, analiz ve
sentezler yapacak ve böylece her gün elde ettiğiniz bilgilerle imanınızı bir
kere daha yenileyeceksiniz.


İnsanın bedeninde her an değişme ve başkalaşmalar meydana geliyor. Vücuttaki
bütün hücreler, hücrelerdeki bütün atomlar, atomlardaki bütün elektronlar
değişikliğe maruz kalıyor. O hâlde sürekli başkalaşan ve önceki günden farklı
bir bedene sahip olan insanın, kendini mamur hâle getirecek ve ona gerçek
donanımını kazandıracak imanını yeniden, bir kere daha elde etmesi gerekir.
Böyle yapabildiği takdirde insan, durgunluk ve ölgünlüğe başkaldırmış, savaş
açmış ve kendini bir kez daha ifade ve ispat etmiş olacaktır.


Canlılığın Âb-ı Hayatı: Sohbet-i Cânan


Ferdî tefekkür, tedebbür ve tezekkürün yanında insanın zirvelerde tutunmasını
ve kazandıklarını kaybetmeksizin yoluna devam etmesini sağlayan önemli bir diğer
vesile de sohbet-i cânandır. Bu öyle bir sevgi, öyle bir aşk ve öyle bir
iştiyaktır ki, bir hak dostu heyecan dolu ifadeleriyle bu hissiyatını şöyle
seslendirir:


“Keşke sevdiğimi sevse kamu halk-ı cihan!
Sözümüz cümle heman kıssa-i
cânân olsa..!”
(Taşlıcalı Yahya)


Evet, fani bir varlığa gönlünü kaptıran, mecazi bir aşka dilbeste olan
insanlar dahi, mahbubundan başka hiç kimseyi görmez, tanımaz olur. Bizim
sevdiğimiz, iştiyak duyduğumuz ve âşık olduğumuz ise Allah’tır, Resûlullah’tır.
İşte bundan dolayı biz arzu ederiz ki, bütün dünya bu hakikatlere dilbeste
olsun. Herkes benim Allah’ımın adını ansın; benim Efendim’in (aleyhi elfü elfi
salâtin ve selâm) nam-ı celîlini yâd etsin. Bu açıdan bizler,
beraberliklerimizde, bir araya gelişlerimizde sözü evirip çevirip mutlaka
sohbet-i Cânana getirmeliyiz. Eğer siz Allah’a karşı derin bir kalbî alâka
duyuyor, herkesin O’nu tanımasını arzu ediyor ve O’nu her yâd edişinizde
menhelü’l-azbi’l-mevrûd’dan çektiğiniz bir kova suyu yudumluyor gibi zevk
alıyorsanız zaten sohbetlerinizi “Lâilâhe illallah Muhammedün Resûlüllah”
hakikati etrafında döndürürsünüz.


İnsan, gençlik döneminde çelik çavak ve zinde bir hayat yaşar. Olgunluk
dönemine geldiğinde ise her şey yerli yerine oturur ve o, mantık ve muhakeme
insanlarının hayatını yaşamaya başlar. Fakat bir dönem de gelir ki, duygu ve
düşünceler solmaya, sönmeye ve partallaşmaya başlar. Bu, olgunluk ve ruhta
oturaklaşma demek değildir. Aksine bu durum, daha önce size çok şey ifade eden
çizgilerin matlaşması, renk atmasıdır. İşte siz böyle bir durumda sohbet-i
Cânanla veya tefekkür, tedebbür ve tezekkürle oksijen çadırında bir kez daha
hayata uyanabilir, bir kez daha dirilişe yürüyebilir ve böylece ömrünüzün geri
kalanını O’nu yâd etmekle şereflendirir, derinleştirir ve taçlandırabilirsiniz.
Bilinmesi gerekir ki, böylesi bir yenilenme ceht ve gayretinin ahirette insana
dönüşü çok farklı olacaktır.


Canlı İradeler ve Osmanlı Devleti


Dünyada en uzun ömürlü devletlerden biri Devlet-i Âliye’dir. Emevî ve
Abbasi’lerden daha sağlam temeller üzerine bina edilen Osmanlı Devleti’nin
blokajına baktığımızda, orada yatan mânâ ve muhtevanın iman-ı billâh,
mârifetullah, muhabbetullah ve zevk-i ruhanî olduğu görülür. Siz bu devletin
mebdede hangi duygu ve düşüncelere sahip olduğunu öğrenmek istiyorsanız, Murat
Hüdavendigar Hazretleri’nin Kosova Muharebe’sinde şehit edilmeden önce Allah’a
nasıl teveccüh ettiğine bakabilirsiniz. Savaş öncesi akşamleyin çadırına çekilen
Murat Hüdavendigar ibadet ü taatle geceyi ihya ettikten sonra seccadesinden
kalkmadan önce ellerini kaldırıp Cenâb-ı Hakk’a şöyle niyaz eder: “Ey Rabbim! Bu
fırtına, şu âciz Murad kulunun günahları yüzünden çıktıysa, masum askerlerimi
cezalandırma. Onları bağışla. Allah’ım! Onlar ki, buraya kadar, sadece Senin
adını yüceltmek ve İslâm dinini insanlara duyurmak için geldiler. Bu fırtına
afetini, onların üzerinden def’eyle. Senin şanına layık bir zafer kazandır ki,
bütün Müslümanlar bayram ede. Müslümanları mansûr ve muzaffer eyle. Ve dilersen
o bayram gününde şu Murad kulun sana kurban olsun. Önce beni gazi kıldın, sonra
şehit et.” Bu duayı yapan nasıl bir ağızdır ki, arzusu hemen hüsnükabul görmüş
ve o şehitlik mertebesine ermiştir.


Allah’a bu kadar gönül vermiş, Allah için işlemiş ve O’nun rızası dairesinde
hareket etmiş bu insanlar ömürlerinin saniyelerini seneler hükmüne
getirmişlerdir. Onların sahip olduğu bu yüksek kıvam ve İslâm’ı yüksek seviyede
temsil etmeleri uzun süre devam etmiştir. Zira onların gözleri sürekli cephede
yani i’lâ-yı kelimetullah yolunda olmuştur. Yahya Kemal, Ezan şiirinde Yavuz
Sultan Selim için der ki:


“Sultan Selîm-i Evvel’i râm etmeyip ecel,
Fethetmeliydi âlemi şân-ı
Muhammedî.
Gök nûra gark olur nice yüz bin minareden,
Şehbal
açınca ruh-ı revan-i Muhammedî.”


Bu insanlar ömürlerini bunun sevdalısı olarak geçirince, aşk ve heyecanlarını
derinleştirmişler ve böylelikle solmanın, sönmenin ve partallaşmanın önünü
almışlar ve Allah’ın izniyle uzun ömürlü olmuşlardır. Yoksa sosyal ve felsefî
tarihçilerin dedikleri üzere, tıpkı fertler gibi toplumlar da doğar, gençlikten
geçer, bir olgunluk dönemi yaşar, ardından yaşlanır ve nihayet yuvarlanarak bir
çukura giderler. Toplumlar için bu durum kaçınılmazdır. Yani,

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ وَيَبْقٰى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ
وَالْإِكْرَامِ

“Artık yeryüzünde olan her nefis fenâ bulmuş ve
sadece senin Rabbinin zâtı, bekâsını devam ettirmektedir.”
(Rahman sûresi,
55/26-27) hakikati her millet hakkında caridir. İsterseniz,

كُلُّ نَفْسٍ ذَۤائِقَةُ الْمَوْتِ

“Her nefis ölümü
tadıcıdır.”
(Âl-i İmrân sûresi, 3/185) hakikatinden yola çıkarak, “Her
millet ölümü tadıcıdır.” diyebilirsiniz. Evet, milletler de tıpkı fertler gibi
doğar, büyür ve ölürler. Ancak sahip oldukları kıvamı koruma adına ortaya konan
bir kısım gayretler neticesinde Allah’ın izni ve inayetiyle belki yoğun bakımda,
belki koltuk değneğiyle, belki oksijen çadırında ama bir yolunu bularak
ömürlerini uzatabilir; uzatıp daha nice hizmetlere vesile olabilirler. İşte bize
düşen de her şeye rağmen ruh ve mânâda diri kalmak; diri kalıp heyecansızlık,
durağanlık ve ölgünlüğe direnmek olmalıdır.