Evlilik ve Aile Hayatı

Evlilik ve Aile Hayatı
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Soru: Günümüzde aile içi huzursuzluk ve boşanmaların
endişe verecek ölçüde arttığı görülmektedir. Evliliklerin sağlam bir temele
oturması ve ailelerde mutluluğun devamlı ve kalıcı bir hâle gelmesi adına neler
tavsiye edersiniz?


Cevap: Günümüzde pek çok konuda olduğu gibi
maalesef aile müessesesinde de kendimizden, kendi değerlerimizden bir kaçış var.
Hâlbuki her şeyin bizcesini yaşadığımız dönemlerde bizim bu mevzuda ciddi bir
problemimiz yoktu. Fakat daha sonra, ne olduysa oldu ve biz, bize ait değerleri
“gelenek” diyerek, partal bir eşya gibi, kaldırıp bir köşeye attık. İşte bundan
sonradır ki, başka sahalarda olduğu gibi aile müessesesinde de ciddi sıkıntılar
baş göstermeye başladı.


Müşterek Değerler Zemininde Mutabakat


Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadis-i
şeriflerinde:

تُنْكَحُ الْمَرْأَةُ لِأَرْبَعٍ لِمَالِهَا وَلِحَسَبِهَا
وَلِجَمَالِهَا وَلِدِينِهَا فَاظْفَرْ بِذَاتِ الدِّينِ تَرِبَتْ
يَدَاكَ

“Kadın dört şeyden dolayı nikâhlanır: Malı, soyu sopu,
güzelliği ve dindarlığı; sen dindar olanını seç ki huzur bulasın.”
(Buhârî,
Nikâh 15; Müslim, Radâ’ 53) buyurmak suretiyle, evlenilecek kadının diğer
vasıfları yanında bilhassa dinî yönüne ağırlık verilmesini tavsiye ediyor. O
hâlde evlenmeyi düşünen bir mü’min için göz önüne alınması gereken en hayatî
değer, sözleri lâl u güher Peygamber beyanındaki bu ölçü olmalıdır. Aynı şekilde
kadın da eş tercihinde bulunurken Resûl-i Ekrem Efendimiz’in (aleyhissalâtü
vesselâm) tavsiyesindeki bu kıstası göz önünde bulundurmalıdır. Zira sadece
makam, mansıp, para, maaş, güzellik gibi dünyevî değerlere bağlı
gerçekleştirilen bir evlilik kazanma kuşağında kaybetme demektir. Evet, Cennet
bahçelerinden bir bahçe olabilecek yuva, sadece fanî ve geçici değerler esas
alınarak tesis edilirse, o yuva Cehennem çukurlarından bir çukur hâline
dönüşebilir. Bu sebeple denilebilir ki, aile içi huzurun devam etmesi, eşler
arasında tam bir mutabakatın bulunmasına bağlıdır. Yani mütemadi bir huzur için,
öncelikle eşleri mütemadi bir arada tutacak ciddi bağlara, müşterek değerlere
ihtiyaç vardır.


İkinci olarak, izdivaç meselesi, akıl, mantık ve muhakeme gibi sağlam esaslar
üzerine tesis edilmesi gereken bir müessesedir. Bundan dolayı evliliği düşünen
kişi bu mevzuda kendi fikrini ortaya koymanın yanında, anne-babasının, itimat
ettiği, ehliyet ve tecrübe sahibi büyüklerinin düşüncesini de almalıdır. Yoksa
insan, “Bu mesele benimle alâkalı olduğundan sadece beni ilzam eder” der ve ona
göre hareket ederse telafisi çok zor yanlışlıklar içine girebilir. Hâlbuki
dünyevî-uhrevî saadete vesile olacak böyle önemli bir meselede, ehliyet sahibi
ne kadar çok insanın fikir ve tavsiyesi işin içine girerse, o ölçüde sağlam bir
neticeye varılmış olur.


İnsan sadece ceset ve cisimden ibaret bir varlık değildir. Onun aynı zamanda
ruhu, kalbi, hissi, şuuru, mantığı, muhakemesi, ideali ve gelecek adına
beklentileri vardır. Ayrıca evlilikten bir nesil meydana gelecektir. Dolayısıyla
evlilik sürecinde olan bir kişinin bütün bunları hesaba katarak ona göre karar
vermesi gerekir. Teenni Rahman’dandır. Cenâb-ı Hak her şeyi imhal ile yaratır.
Mükâfatlandırırken de, cezalandırırken de insana mehil verir. Diğer yandan acele
ise şeytandandır. Acelecinin yaptığı iş çok kere gelir başına dolanır. Bu açıdan
izdivacın da aceleye getirilecek bir iş olmadığı unutulmamalı ve hissiyattan
uzak, akl-ı selimle ve üzerinde durulup düşünüldükten sonra karar
verilmelidir.


Çevremdekilere hep şunu söylemişimdir: Ben bir iş yaparken, beni seven, beni
gözü kadar aziz bilen insanların mülâhazalarına çok önem veririm. Zira yapmayı
planladığım işte, ben meseleye dar bir açıdan bakıyor, bir anlık hissiyatla
hareket ediyor olabilirim. Hâlbuki o insanlar, beni benden daha iyi düşünür ve
dolayısıyla benim hakkımda daha sağlam ve daha sıhhatli bir tercihte bulunurlar.
Aynı mülâhaza evlilik hususunda da geçerlidir. Zira evlilik bütün bir hayatı
kuşattığından geçici hissiyatla karar verilmemeli; mutlaka mantıkî bir esasa
dayandırılmalıdır. Bir ömür boyu beraber olacak, beraber el ele tutacak, bir
hayatı beraber paylaşacaksınız. Hayatınızı yaşarken dininizi yaşayacak,
çocuklarınıza miras olarak dininizi bırakacaksınız. Böyle önemli bir meselede
ben kendi isteklerimden sarf-ı nazar eder, güvenip itimat ettiğim büyüklerimin
bakış, görüş, takdir ve değerlendirmelerini tercih ederim.


“İlmihali Üç Defa Okudum” Diyecek Kaç İnsan
Vardır?


Maalesef bugün Müslümanlar, İslâm’ı ve onun hayatımızı tanzim eden
esaslarını, bilinmesi gerektiği ölçüde bilmiyorlar. Kaldı ki, Müslümanlığı
gerçek mânâda duyup hissedebilmek için sadece nazari bilgi de yeterli değildir.
Dinin hayata hayat kılınması, yaşanarak tabiat hâline getirilmesi gerekir. İşte
Müslümanlık gerçek derinlik ve enginliğiyle bilinmediğinden ve ona göre bir
hayat yaşanmadığından dolayı, insanlar kendi iradeleriyle sorumluluk altına
girdikleri hususlarda dahi bazı sıkıntılara katlanmaları gerektiğini
bilmiyor/bilemiyorlar. Diyelim ki, aile içi münasebetlerde eşlerden birinin bir
eksiği, bir gediği var. Böyle bir problem karşısında şahsın kendisine “Acaba ben
bu eksiği nasıl giderebilirim; hangi yolla, bu problemin altından kalkabilirim?”
sorularını sorması ve bu noktada dinin emir, tavsiye ve nasihatlerini
araştırması gerekir. Ne var ki, bu mevzuda ciddi bir i’mal-i fikir olduğu
kanaatinde değilim. Evet, maalesef günümüzde kimse ciddi mânâda kendi dinini
öğrenmeyi düşünmüyor. Acaba içimizde, “Dinimi öğrenme adına bir ilmihali üç defa
okudum.” diyecek kaç insan çıkar? Arapçaya âşina olup da “Ben Ni’metü’l-İslâm’ın
veya Mültekâ’nın izdivaçla alâkalı bahislerini okudum.” diyecek kaç insan
vardır?


Evet, maalesef kendi temel değerlerimizden bîhaberiz. Bunun neticesinde
değerlerimize yabancı bir ahlâk anlayışı gelip ruhumuza hâkim olmuştur. Bir
dönem “Avrupa Birliği’ne girersek, bozulur muyuz, bozulmaz mıyız” şeklinde
münakaşalar yapılıyordu. Oysaki biz çok daha erken bir dönemde bozulmuşuz. Ve
günümüzde mesele öyle bir noktaya gelmiş ki, erkek de, kadın da serazat bir
hayat yaşıyor. Evler aşhaneye dönmüş. Evlerde baba kavas, anne aşçı, çocuklar da
yemekhanedeki insanlar konumunda. Elbette ki, böyle bir yuvada sorumluluk şuuru,
sabır, tahammül, birbirine katlanma, birbiri için fedakârlıkta bulunma, birbiri
için yaşama gibi ahlâkî ve mânevî değerler ve bunlardan neşet edecek sevgi,
saygı ve hürmet bulunmaz. Bütün bunlar bulunmayınca da o yuvada kalıcı ve
mütemadi huzur olmaz.


Farklı Fıtratlardaki Eşlerin İmtizâcı


Ben, geçmiş dönemde kadınıyla erkeğiyle yuvasına gerçekten bağlı aile
fertlerine şahit olmuşumdur. Müsaadenizle burada bir-iki misal arz edeyim: Dedem
şedit ve oldukça sert denebilecek bir insandı. Dedemin güldüğünü hiç görmedim,
çok ciddiydi. Evden çıkıp camiye giderken herkes “Şamil Ağa geliyor!” diye
teyakkuza geçer, onun heybetinden ürperirdi. Zahidane bir hayat yaşıyordu. Belki
her gece 50-100 rekât namaz kılardı. Ninem ise adı gibi mûnise bir hanımdı.
Allah haşyetiyle doluydu. Bir kere yanında, gönülden “Allah!” dediğinizde,
etekleri gözyaşlarıyla dolardı. İşte fıtrat itibarıyla farklı denebilecek bu iki
insan meğer birbiriyle öyle imtizâç edip öyle kaynaşmış ki annemin anlattığına
göre ninem her zaman: “Allah’ım! Beni bu adamdan bir saat geri bırakma. Bahtına
düştüm, ben onsuz yapamam.” diye dua edermiş.


Ölümüne yakın ninem hastalanmıştı. On ayı aşkın bir süre hasta yatmıştı. O
durumda dahi hiçbir zaman namazını terk etmemişti. Annemin anlattığına göre
vefatından az bir zaman önce abdest için annemden su getirmesini ister. Abdest
aldıktan sonra bir kahkaha atar ve sonra dedeme hitaben şöyle der: “Dünyadan
murat almamışız. İkimizin de cenazesi bu gece evde kalacak.” O gün itibarıyla
dedemin herhangi bir rahatsızlığı yoktu. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra
ninem vefat eder. Annem, ninemin gözlerini kapatırken o esnada diğer odadan
“Dede öldü!” diye bir feryat kopar. İşte dedem ile ninem arasında böylesine bir
imtizâç vardı.


Müsaadenizle ayrı bir misal daha vereyim: Bir gün babam, anneme bir meseleden
dolayı sinirlenmişti. Hayatımda belki bir kez babamın böyle bir hâline şahit
olmuşumdur. O esnada ninem de oradaydı. Babam kaşlarını çattı ve anneme tavır
aldı. Fakat annem, kayınvalidesine öyle nüfuz etmiş, gönlüne öyle girmiş ki,
ninem hemen araya girdi ve babama şöyle seslendi: “Ramiz! Ona dokunursan, sana
sütümü, emeğimi haram ederim.”


İşte bu, bizim genel kültürümüzdür ve bu kültürde eşler, birbirine emanettir.
Her iki taraf da bunun şuurunda olmalıdır. Bu ise sağlam bir eğitime bağlıdır.
Bugün bu eğitim, sokakta ve mektepte verilmiyor. Bu sebeple evlenecek bazı
delikanlı ve hemşirelerin evlenme rüştünü idrak etmeden bu önemli işe teşebbüs
ettikleri görülüyor. Bundan dolayı fakir, öteden beri iki mevzuda insanların
eğitime tabi tutulup diploma/sertifika almaları gerektiği hususunda ısrarcı
oldum. Bunlardan biri hac, diğeri de nikâh mevzuu.


Evet, hacca gidecek veya evlenecek kişiler için “Bu kişi hacca gidebilir”
veya “Bu kişi evlenebilir.” şeklinde bir diploma/bir sertifika verilmeden hacca
gitmeye veya evlenmeye müsaade edilmemesi gerektiği kanaatindeyim. Belki, bu
teklife, “şekil ve usûl itibarıyla dinde böyle bir şey yoktur.” denilerek itiraz
edilebilir. Fakat bilinmesi gerekir ki dinde cehalete de, cahil olarak hayatını
sürdürmeye de cevaz yoktur.


Anne-Baba Hayattayken Yetim Kalan Çocuklar


Bu sebeple, bir kez daha ifade etmek istiyorum ki, bir insan, evliliğin
getirdiği sorumluluk ve mükellefiyetlerini, hiç olmazsa asgari seviyede bilecek
ve uygulayabilecek ölçüde donanıma sahip olmalı; böyle bir donanıma sahip
değilse evlenmemelidir. Aksi takdirde evlilik müessesesinde daha başta kırılma
ve çatlamalar oluyor. Çünkü yapı, zaten kırılmaya müsait bir temel üzerine bina
ediliyor. Neticede, olan çocuklara oluyor ve onlar derin bir ikilem içinde
ortada kalıyorlar.


Bir evde kavga eden bir anne ve baba varsa, onlar, teâruz ve tesâkut ağında,
sürekli kendi değerlerini, kendi itibar ve kredilerini aşındırıp yıpratıyorlar
demektir. Çocuklar, hayatı bizden öğrendikleri gibi ahlâkı da bizden öğrenirler.
Bir tartışma esnasında, anne-babanın ağzından çıkan kırıcı sözler, çocukların
ruhlarında çok olumsuz tesirler meydana getirir. Böyle bir manzara karşısında
çocuk, anne ve babasına değersiz bir insan nazarıyla bakar. Bunun neticesinde de
ikilem içinde ortada kalmış, anne ve babası daha hayattayken onları yitirmiş,
anneli babalı bir sürü yetim çocuk ortaya çıkar.


Son bir husus olarak şunu ifade edeyim: Evlilik gibi önemli bir mesele, daha
başta dinin vaz’ ettiği esaslara, aklî ve mantıkî temellere bina edilmelidir.
Fakat fert, her şeye rağmen bazı hususlarda yanılmış olabilir. O zaman da kişi
firaset ve kiyasetini kullanıp meseleyi yumuşatmaya çalışmalı ve “Acaba ben
nerede hata ettim?” diyerek kendi boşluklarına, eksik yanlarına bakmalı, kırılma
noktalarını tespit etmeli, daha sonra da ehil ve tecrübeli büyüklerinin
rehberliğinde problemlerini çözmeye çalışmalıdır.


Yaşanan ailevî sıkıntıları, bilhassa kadınların maruz kaldıkları
mağduriyetleri görüp duyduğumda çok üzülüyorum. Günümüzde kadın, maalesef bir
yandan bir kısım feministler tarafından putlaştırılmak isteniyor ve bunun
getirdiği fıtrata zıt bir kısım handikaplarla boğuşuyor. Öte yandan, bazı
kimseler kadına hoyratça davranıyor; kendi bilgisizliklerini, boşluk ve
zaaflarını bir hınç ve hışma çevirerek onun başına boşaltıyorlar. Bu durum öyle
rikkatime dokunuyor ki, onların o rakik hâllerini görünce ağlayasım geliyor.
Annem gadre uğramış bu türlü mazlum ve mağdurlar için “kanayak” derdi. Eşinin
kanına gireceksin, ondan sonra da tehdit edeceksin. Bu olacak, kabul edilecek
bir şey değildir. Buna hiç kimsenin hakkı yoktur. Bu zulmü irtikâp edenler
Allah’tan korkup tevbeye yönelmeli, başıını yere koyup af dilemelidirler.
Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) “Veda Hutbesi”nde hanımlar
için: “Onlar sizin nezdinizde emanettir.” buyurur. Onlara karşı söylenecek her
türlü çirkin söz, yapılacak her türlü çirkin muamele, çirkin tavır ve hâl ise
emanete hıyanettir. O halde insan, doğru dürüst düşünmeli, doğru dürüst
davranmalı ve emanetullaha hıyanet etmemelidir.