484. Nağme: Dua Âbidesi Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)

484. Nağme: Dua Âbidesi Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, özetle şunları söyledi:

*Hazreti Ebû Hureyre (radıyallahu anh)’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kendin için sevip arzu ettiğin şeyleri diğer insanlar için de iste ki, kâmil manada müslüman olasın!.”

İslam dünyası yine felaketler sarmalında ama bugün bir Selahaddin-i Eyyubi de yok!..

*Maalesef, günümüzde İslam dünyasında ayrıştırma bir marifet, bir siyaset ve bir idare şekli olarak değerlendiriliyor. Allah karşısında aynı safta durup aynı sözleri tekrar eden, “Lâ ilâhe illallah Muhammedun Rasûlullah” diyen insanlar bile o ayrıştırmadan nasiplerini alarak onlar da birbirlerini rakip görüyorlar. Güçleri kuvvetleri varsa, Allah’ın verdiği o imkân, iktidar, havl ve kuvveti tehcîr, tenkîl, ibâde, ifnâ ve ihâfe için kullanmak suretiyle herkesi kendilerine göre sağdan hizaya getirmeye çalışıyorlar.

*İslam dünyası bugün maruz kaldığı bu felaket, bu zillet, bu hıyanet, bu şenaat, bu denaet ve bu mefsedete -Haçlılar dönemi de dâhil- hiçbir devirde maruz kalmamıştır.

*Müslümanlar değişik dönemlerde çok farklı saldırılarla karşı karşıya kalmışlardı. Fakat o zamanlar müslümanların içinde de çok güçlü iradeler, mefkûre insanları vardı. Mesela, Haçlılar, Alparslanları, Kılıçarslanları, Melikşahları, Nureddin-i Zengileri, Nizameddinleri, Selahaddinleri karşılarında buluyorlardı. Evet, bir zulüm, bir vahşet vardı fakat onu kıran bir savlet de vardı. Ezcümle, Selahaddin de vardı. Mehmet Akif onunla Fatih’i bir mısrada, bir sırada zikreder, “Selahaddin-i Eyyubilerin, Fatihlerin yurdu…” der. Öyle olunca inayet büsbütün kesilmiyor ve insanlar ümitlerini tamamen yitirmiyorlardı.

*Yok şimdi yeryüzünde öyle babayiğit.. îsâr ruhuyla hareket edecek babayiğit.. “Başkaları benden daha isabetli düşünebilir, meydanı onlara bırakmalıyım!” diyecek babayiğit.. kendi aç kalıp başkalarını doyuran babayiğit.. ölümü göze alıp başkalarının yaşamasını sağlayan babayiğit.. kendi saltanatını ayaklarının altına alıp üzerinde raks eden ama başkalarının mutluluğunu düşünen babayiğit.. yok şimdi dünyada öyle bir babayiğit!..

“İslam” derken yalan söylüyor; kendi saltanatlarını düşünüyorlar!..

*Müslümanlıktan dem vuranlar var. Hatta onu bütün siyasî hayata hâkim kılmak isteyenler var. Yemin edebilirim; vallahi de yalan, billahi de yalan, tallahi de yalan!.. Medresenin ulûm-u âliyesini, tekye ve zaviyenin kalbî ve ruhî hayatını, tekvinî emirlerin analizini birden ele alıp da bu müsellesi bir araya getirerek bir hakikatin üç yüzü gibi duymayan, ihsaslarına ihtisaslarına mal etmeyen, her gece elli rekât namaz kılmayan, savm-ı Davud tutmayan, Allah’ı andığı zaman gözyaşları ceyhun olmayan insanlar iddia ettikleri bu meselede yalan söylüyorlar. Müslümanlığa iftirada bulunuyorlar. Kendi debdebe, ihtişam ve saltanatlarını düşünüyorlar.

*Bu mantık ve bu mantalitedeki insanlar bir köyde bile genel huzuru temin edemezler. İnsanları Allah’a yönlendiremezler. Orada kalb ve ruh insanları yetiştiremezler. Anarşist yetiştirirler, çapulcu yetiştirirler; beğenmedikleri insanların müesseselerini basan densiz insanlar yetiştirirler. Yetiştirirler ve bastıkları müesseseler önünde Allah’ın nam-ı celilini anarak, sözde Müslümanmış gibi tavırlar sergileyerek, başkalarını karalamaya çalışırlar. “Lâilâhe Muhammed” (!) diyen, Samanyolu önünde hırlayan o insanlar Müslümanlık adına yapıyorlardı. “Lâilâhe illallah Muhammedun Rasûlullah” demesini bile bilmeyen, bir Nasr Sûresi’ni okutsan yanlış okuyacak kadar cehaletin gayyası içinde bulunan, başlarındaki zirvedeki zırva insanlara kadar bir kitap okumamış bu cahil ve cühelâ, bir köyü idare edecek kadar emniyet, asayiş ve düzeni temin edemezler.

Şehitlerin acısı yüreğimize vurdu; “Bari bir dua!” deyip onlar için hatim okuyoruz!..

*Peygamber yolu adanmışlık ister; yaşatma idealiyle yaşamak ister; başkalarının mutluluğu için sıkıntılara katlanmak ister. Hazreti Ali efendimizin, halife olduğu dönemde hükmettiği cihan bir yönüyle şimdiki Türkiye kadar yirmi idi. Fakat onun iki kat elbisesi yoktu. Merhum Seyyid Kutub’un “El-Adaletü’l-İctimaiyye fi’l-İslam” adlı eserine bakabilirsiniz. Diyor ki: “Hazreti Ali kış günlerinde yazlık elbise ile tir tir titriyordu. Yaz günlerinde de bazen kışlık elbiseyle buram buram ter döküyordu. Çünkü iki kat elbisesi yoktu.” Hazreti Pir-i Mugan, bunu onun kerametine veriyor; fakat Kutub, siyer ve megazi beyanlarına dayanarak bu mevzuda fakirane hayatını anlatıyor.

*Şimdi insanlık âlemi ve topyekün İslam dünyası gözü dönmüş canilerle lebalep dolu. Gözlerini kırpmadan canlara kıyıyorlar, insan öldürüyorlar, kan döküyorlar.

*Şehitlerin acısı yüreğimize vurdu. Yapacak hiçbir şey de yok. Gitseniz siz de, onları koruma adına orada sütre, kalkan olsanız, onlardan birisi de siz olursunuz sadece. Onun için “Bize düşen vazife, hiç olmazsa dua etmek ve hatim indirmektir.” diyor; başta Efendimiz ve bütün enbiya-i izamı, sonra da bugüne kadar Allah yolunda can veren ne kadar şüheda varsa onları da yâd ederek şehitlerimize Kur’an okuyoruz. Okumaya da devam edeceğiz. Allah’ın kelamına sığınacak ve bütün olumsuz fırtınaların dinmesini Cenâb-ı Hak’tan dileyeceğiz.

Allahım, Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) hürmetine bizi de affet!

Soru: Haşir Risalesi’nde “Ubudiyet-i Ahmediyenin (aleyhissalatü vesselam) ruhu duadır.” deniyor. Sonsuz Nur’da da “Gece-gündüz münacaat ve inleme içinde geçen bir ömür görmek isteyen, Rasûlullah’ın hayatına baksın!” buyuruluyor. Bu konunun şerhini lütfeder misiniz?

* Ahmed ism-i şerifi, taayyün-i evvel hakikatiyle irtibatlıdır. Çünkü O, varlığın özü, usâresi, kâinatın mebdei, hilkat ağacının çekirdeğidir. Evet, “Allah’ın haricî vücut nokta-i nazarından varlık olarak en önce ortaya koyduğu, benim nurumdur.” beyan-ı nebevîsinin de işaret buyurduğu gibi, O’nun taayyünü bütün varlığın ilki ve öncüsüdür. İlm-i ilâhide ilk icmali belirlenen, ortaya çıkan hakikat O’nun nurudur. İşte ziyası vücudundan evvel dillere destan olan Efendiler Efendisi’nin dünyayı teşriflerinden önceki unvanı Ahmed’dir (aleyhissalâtü vesselâmü milelardi vessemâ) ve bu hakikat de hakikat-ı Ahmediye’dir. Bu sebeple O, Kur’ân’da da geçtiği üzere, Hazreti İsa (aleyhisselâm) tarafından, “Ahmed” ismiyle müjdelenmiştir.

*Endülüslü büyük âlim Kadı Iyaz, Şifa-i Şerif’inde şunu nakleder: Hazreti Âdem, kendisine yasaklanan meyveden yedikten sonra Cenâb-ı Allah’a Efendimiz’i şefaatçi edinerek yalvarmış; “Muhammed hürmetine beni affet!” demiştir. Allah Teâlâ’nın, “Sen Muhammed’i nereden biliyorsun?” sorusuna karşılık da, “Cennet’in kapısında ‘Lâ ilâhe illallah, Muhammedun rasûlullah’ yazısını gördüm. Anladım ki, ismi, Senin İsm-i Şerifi’nin yanında anılan birinin kıymeti nezd-i uluhiyetinde aşkınlardan aşkın!” şeklinde cevap vermiştir.

Allah Rasûlü’nün mübarek dudaklarından dua hiç eksik olmazdı

*Öyle anlaşılıyor ki, bütün Peygamberler, daha gelmeden Efendimiz ile kalbî ve ruhî bir irtibat içine girerek hep dualarını O’nun etrafında bir dantela gibi örgülemişler. Bu itibarla, İnsanlığın İftihar Tablosu geçmişi açısından da duada mihrap bir insan. Hâcet duasında Peygamber Efendimizi taleplerimize vesile yaptığımız gibi, selefleri de O’nu vesile yapmışlar. Tabir caizse, Allah Rasûlü nuraniyetin barajı olmuş; bütün kanallar O’na bağlanmış, ondan beslenmiş. Bu konuda, selef-i salihînin el-Kulûbu-d’Dâria’da da yer alan ilgili beyanları şayan-ı dikkattir.

*İnsanlığın İftihar Tablosu, mantık, muhakeme ve aksiyon insanıydı; fakat ibadet ve duada da O’nun eşi-menendi yoktu. Bu açıdan da O’na “ufku engin peygamber”, “yüksek fetanet peygamberi”, Cîlî ifadesiyle “insan-ı kâmil olan peygamber” gibi değişik vasıfların yanı sıra “dua âbidesi peygamber” de diyebilirsiniz. Sadece bu yönüyle O’na baksanız, zannedersiniz ki, başka hiçbir iş yapmamış hep dua etmiş.

*Hadis kitaplarında, özellikle de dua, evrâd ü ezkâr, edep gibi bölümlerinde görülebileceği üzere, Peygamberimiz, abdest alırken, camiye girerken, camiden çıkarken, namazın içinde ve akabinde, yemek yerken, uyumadan önce, gece kalktığında, rüzgar eserken, yağmur yağarken, gök gürlerken, sefere adım atarken, seferden dönerken hülâsa, her işinde, her faaliyetinde ve her halinde değişik şekillerde ve muhtelif ifadelerle dualar etmiştir. Allah Rasûlü, dualarını hayatının içine paylaştırmış ve hep bu nurdan kristaller üzerinde yürümüştü. Dua, O’nun dudaklarından eksik olmayan virdi, gönlünde tütüp duran âh u efganıydı.

Ey kan dökerek hedefe ulaşmaya çalışan sergerdanlar, onunla bir yere varılamaz!..

*Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) cihad meydanında düşmanla karşılaşacağı zaman bir taraftan maddî planda bütün hazırlıklarını yapıyor ve sebepleri eksiksiz yerine getiriyor; diğer yandan da harbin her aşamasında Cenâb-ı Hakk’a el açıp dua dua yalvarıyordu. Hatta Bedir’de kollarını öyle kaldırıyor ve öyle yana yakıla dua ediyordu ki, ridası omuzundan düşüyor; Hazreti Ebu Bekir gözyaşları içinde yerden alıp onu tekrar Efendimiz’in mübarek omuzlarına koyuyordu.

*Allah Rasûlü bütün sefer ve harplerinde farklı stratejiler uygulamış; böylece karşı tarafı şaşırttığı gibi kan dökmeden zafer elde etmeyi başarmıştır.

*İnsanlığın İftihar Tablosu, Mekke Fethi esnasında, mütemerrid insanların bulunduğu yere girerken, putlarına yürekten bağlı o insanların putlarını kırmaya doğru giderken bile uyguladığı harp stratejileriyle kan dökmeden hedefe ulaşıyor. Ey kan dökerek hedefe ulaşmaya çalışan sergerdanlar, serseriler, haydutlar!.. Onunla bir yere varılamaz. Onunla sadece insanlık nazarında nefretle yâd edilmeye varılır; “Lanet olsun size!..” derler gelecek nesiller.

“Allahım, Rasûl-i Ekrem efendimizi bizimle mahcup etme!”

*Müşfik Nebî, bir gece hangi işarete ve endişeye binaen, kim bilir nasıl sarsılmıştı ki, o âna kadar günler geceler boyunca tekrar edip durduğu, Hazreti İbrahim’in duası olan, “Ya Rabbî! Doğrusu onlar (putlar) insanların çoğunu saptırdılar. Artık bundan sonra kim bana tâbi olursa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, o da Senin merhametine kalmıştır, şüphesiz Sen Gafûrsun, Rahîmsin.” (İbrahim, 14/36) mealindeki ayet ile; Hazreti İsa’nın duası olan, “Ya Rabbî! Eğer onları cezalandırırsan, şüphe yok ki onlar Sen’in kullarındır. Onları affedersen, Aziz ü Hakîm (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi) ancak Sen’sin!” (Mâide, 5/118) mealindeki ayeti yine sabaha kadar tekrar tekrar okumuş, ellerini kaldırıp “Allah’ım! Ümmetimi (mağfiret et), ümmetimi (mağfiret et!)” diye yalvarmış ve ağlamıştı. İşte o gece, nice zamandır devam etmekte olan dert, ızdırap, dua ve gözyaşı gecelerinin finali gibiydi, bir manada “final gecesi”ydi. Bunun üzerine Allah Teâla, “Ey Cebrail! Muhammed’e git ve O’na de ki: Biz seni ümmetin hususunda razı edeceğiz ve asla kederlendirmeyeceğiz.” buyurmuştu.

*Evet, o gece Allah Rasûlü’nün uzun zamandan beri yapıp durduğu dua gayretullah ufkuna yükselmişti. Demek ki, orada arş-ı rahmete dokundu. O dediğini dedi, dua kabule karîn oldu ve Cibrîl indi: “Allah’ın selamı var ey Allah’ın sevdiği ve herkesin sevmesine liyakati olan şanı yüce Nebi!.. Allah selam etti, buyurdu ki: Hazreti Muhammed’i Ben ümmeti hakkında mahcup etmeyeceğim!”

*Allahım bizimle O’nu mahcup etme!.. Allahım bizimle O’nu mahcup etme!.. Allahım bizimle O’nu mahcup etme!.. Âmin!..