177. Nağme: Üstad mı İbn-i Râmiz mi? (!)

177. Nağme: Üstad mı İbn-i Râmiz mi? (!)
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Kıymetli Arkadaşlar,

Sabah ders, öğle Cuma namazı, ikindi akabinde Bamteli sohbeti derken -elhamdulillah- çok yoğun bir gün geçirdik. Bugün sesli ya da görüntülü bir nağme yetiştiremeyeceğiz ama size latif bir fotoğrafı ve manasını nakledeceğiz.

Bütün Hak dostlarının ortak özelliği olan tevazu ve mahviyet, muhterem Hocaefendi’nin de en bariz vasıflarından biridir. O, şahsında zâtî hiçbir kıymet görmez; kendini insanlardan bir insan veya varlığın herhangi bir parçası kabul eder. Tabiatına mal olan tevazu ruhuyla nefsini, kapının alt eşiği, meskenin sergisi, yolların kaldırım taşı, ırmakların çakılı ve başakların samanı sayar; Alvar İmamı’nın sözlerini gönülden tekrarlar: “Herkes yahşi men yaman / Herkes buğday men saman.”

Tevazu ve mahviyet muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin artık tabiatı olmuştur; bu, onun hemen her anına ve davranışına yansır. Çocuklara bile el öptürmemesi, hakkındaki takdirkâr ifadeleri duymazlıktan gelmesi ya da içtihad hatası deyip geçiştirmesi, çocuğu yaşındaki insanlar yanına girince onları bile ayağa kalkar gibi doğrularak istikbal etmesine rağmen kendisine ayağa kalkılmasından çok rahatsız olması, bu konuda her gün ikazda bulunması, hatta onun bu hassasiyetini bilmeyen bazı misafirler ayağa kalkınca onlar oturmadan salona girmemesi, herhangi bir kanaat önderinin yanında elden geldiğince konuşmayıp dinlemeyi tercih etmesi, koltuğuna oturmayıp yerini o zata vermesi… gibi pek çok hususta bu mahviyetin yansımaları görülür.

Paylaştığımız bazı resimlerde görülen kareler mescid ve ders adabıyla alâkalıdır. Bazen hususi bir şey söylemek için yanına gidenler Hocaefendi’nin maneviyet ve heybeti karşısında mahcubiyetlerinden koltuğa oturmak istemezler; öğrenciler de çoğu zaman önlerinde tefsir, hadis, fıkıh kitabı bulunduğundan hem halka-yı tedrise hem de içinde bulunulan mescide hürmeten (bazen de namaz kılınan yerdeki az sayıda koltuğun doluluğundan) yere otururlar. (Bazılarının bu hali garip karşılamasını, yitirdiğimiz çok değerle beraber ders halkasına ve âlime karşı saygının da zayi oluşunun bir alameti saydığımızı ve özünden utanan o insanların yerine mahcubiyet yaşadığımızı söyleyebiliriz.) Fakat bu tamamıyla onların edep anlayışından ve isteklerinden kaynaklanır. Yoksa, Hocaefendi herkese yer gösterir, bulunduğu mekanda rahat davranılmasını ister; mübalağalı bulduğu saygı ifadelerini hoşnutsuzlukla karşılar.

Bunca söze ne gerek vardı!

Bildiğiniz gibi, el-Kulûbu’d-Dâria (Yakaran Gönüller), Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, Gümüşhânevi Hazretleri’nin Mecmuatü’l-Ahzâb adlı eserinden derlediği, tasnif ve tashih ettiği ve başka kaynaklardan ilaveler yaptığı dualardan oluşan bir dua kitabıdır. Kitabın sonunda muhterem Hocaefendi’nin kendi yazdığı dua ve salat u selam da yer almaktadır. Bu kitap Arapça olduğundan, bütün ulema anılırken yapıldığı gibi Hocaefendi’nin adı yazılırken de başına “Üstad” sıfatı eklenmiştir. Üstad; usta, muallim, öğretmen ve alim gibi manalara gelmekle beraber bugün Arap dünyasında az çok okuma yazmayla uğraşan herkes hakkında “hoca” karşılığı kullanılan bir kelimedir.

Fakat muhterem Hocaefendi bu sıfattan bile rahatsızlık duymakta; “Ülkemizde üstad denince kimin/kimlerin akla geldiği bellidir. Biz onlara çırak bile olamayız. Ben bu vasfı Arapça kitapta da olsa kabul edemem!” demektedir.

Bundan dolayı da kendisinden el-Kulubû’d-Dariâ’yı imzalamasını isteyen olursa, önce kitabın o kısımlarını kendi eliyle değiştirmekte, “Üstad” yazılı yerlere “İbn-i Râmiz” (Râmiz’in oğlu) yazıp sonra imzalamaktadır.

İşte bu nağmede muhterem Hocamızın o türlü bir tashihinin fotoğrafını paylaşıyoruz.

Muhabbetle…

Muhterem Hocaefendi’nin Değiştirdiği Nüsha:

Asıl Nüsha: