Vazifenin Kerâmeti

Vazifenin Kerâmeti

Soru: İrşad ve tebliğ insanına, yüklendiği kudsi vazifeyi
yaparken verilen ziyade kabiliyet, istidat ve ihsanlardan bahsedilebilir mi? Bu
ziyade lütuflar hangi türdendir ve onları celbedecek vesileler nelerdir? Hizmet
yolunda değerlendirilmek üzere bahşedilen mevhibelerin, başka alanlarda
kullanılması halinde selb edildiği söylenebilir mi?



-Bütün mü’minler, konumlarının müsadesi ölçüsünde irşat ve tebliğ vazifesi
ile mükelleftirler. İnandığı dini başkalarına da anlatmak ve temsilî olarak onun
yaşanabilirliğini göstermek camideki imama olduğu kadar teker teker her
müslümana da düşen bir görevdir. (00:55)

-Bütün peygamberler, ilahî
mesajı alıp aktarmaya ve yaşayıp hüsn-ü misal olmaya uygun hususi bir donanımla
yaratılmışlardır. Peygamberlerden bazıları, hükümdarlık gibi vazifeler de
yüklenmişlerdir; fakat, onlar hem mâsum hem de masûndurlar, dolayısıyla, dünyevî
görünen işleri bile irşad vazifelerine bağlı götürmüşlerdir.
(01:47)

-Kur’an-ı Kerim’de Hazreti Nuh, Hazreti Hûd, Hazreti Salih,
Hazreti Lût ve Hazreti Şuayb (Allah’ın salat ve selamı Efendimizin ve bütün
peygamberlerin üzerine olsun.) efendilerimizin hep aynı cümleyi tekrar ettikleri
ve aslında bu sözün bütün peygamberlerde bulunan aynı duygu ve düşünceyi
yansıttığı ifade edilmektedir. Hepsinden yükselen ses, “Bu hizmetten dolayı
sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan ancak
Rabbülâlemin’dir.”
sadâsıdır. (06:25)

-Cenâb-ı Hak, -asliyet
planında- peygamberlere irşad ve tebliğ vazifesine uygun bir donanım lütuf
buyurduğu gibi, sonraki dönemlerde de -zılliyet planında- asfiya ve mukarrabine
peygamber mesleğinin ruhuna muvafık bir kısım istidat ve kabiliyetler
lutfetmiştir. (08:49)

-İman hizmetinin de bir kerameti vardır. “Vira
bismillah” deyip o yola koyulan insana Allah Teâlâ bambaşka istidat, ihsan ve
başarılar lutfeder. Şu kadar var ki, bir insan hizmetteki başarılarını ölçü
kabul edip dünyevi işlerde de muvaffak olabileceğini zannederek farklı
arayışlara girerse, maksadının aksiyle tokat yer; bereketli bir işten mahrum
kaldığı gibi dünyevî açıdan da fiyaskolar yaşar. (10:55)

-İnsanın istidat
ve kabiliyetleri, Allah’ın takdir ve atâsını bağlayıcı değildir. Cenâb-ı Hak
dilerse insanı istidatlarının ötesinde inkişaflara mazhar kılar. Bir kul samimi
ve ihlaslı olursa, Mevlâ-yı Müteâl de ona ekstra lütuflarla mukabelede bulunur.
Biz iradelerimizin hakkını verirsek, kulluğumuzu bir aşkınlık içinde götürürsek,
O’nun rahmetinden ümit ediyorum, bizim istidatlarımızı da inkişaf ettirir,
genişletir ve geliştirir; sonra da mahiyetlerimizi yeniden onların üzerine
örgüler. (18:00)

-Cevdet Paşa’nın, “Kısas-ı Enbiyâ”da temas ettiği üzere,
Hazreti Ebû Bekir (Allah’ın rıza ve rıdvanı onun üzerine olsun), Hazreti Ali’ye
gönderdiği bir mektupta bu mevzuyla alakalı şu ölçüyü dile getirmiştir: “Vazife
onundur ki, o ‘benim değildir’ der. Onun değildir ki, o, vazifeye ehil olduğunu
iddia eder.” (21:55)

– Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)
Abdurrahman b. Semüre’ye (radıyallahu anh) hitaben, “Ey Abdurrahman! Baş
olmayı (bir vazifeye getirilmeyi) isteme; eğer isteğin üzerine o görev sana
verilirse, onunla başbaşa bırakılırsın. Şâyet sen istemeden sana verilirse, o
işte ilâhî yardım görürsün.”
demişti. (23:00)

-Başkumandan tayin
edilen Hazreti Ebu Ubeyde b. Cerrâh’ın, Amr b. As’ın “Kumandanlık için bana
işaret edilmişti!”
demesi üzerine hemen geri çekilmesi ve karşıda bir
düşman varken öyle küçük bir meseleyi kavga sebebi yapmayacağını ifade ederek
seve seve neferliğe razı olması çok önemli ve bizim için ibretâmiz bir
hadisedir. (23:30)

-Hazreti Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Sebeb-i
mesuliyet ve hatar olan metbûiyete, tâbiiyyeti tercih edip, imamet ve öncülük
işinde başkalarını rahatsız edecek şekilde önde görünmeme”
hizmet insanının
şiarı olmalıdır. (24:00)

-Hazreti Ali (radiyallahu anh) kendisine hediye
edilen güzel bir ata bakıp “İmamlıktan (idarecilikten) kaçmak için çok
mükemmel bir at!..”
diyerek, mesuliyetin ve emanetin ciddiyetini ifade
etmiştir. (24:52)

-Bütün bu anlatılanlar, vazifenin istenmeyeceğini,
verildiğinde de kerhen kabul edilebileceğini göstermektedir. Ancak bu meselenin
de bir istisnası vardır: Şayet bir vazifeyi sizin ölçünüzde yapabilecek başka
bir müstakim mü’min yoksa, Hazreti Yusuf’un “Beni ülkenin hazinelerinin
başına tayin et; çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim.”

(Yusuf, 12/55) diyerek Kıptîler içinde vazifeye talip olduğu gibi,  o
vazifeyi talep etmekte mahzur olmayabilir. Hazreti Yusuf (aleyhisselam), bu sözü
hiçbir müslümanın olmadığı, peygamberlik esintilerinin bulunmadığı, Allah’ın
bilinmediği bir yerde imarete talep sadedinde söylemiştir.
(24:42)

-Müslümanların dertlerini vicdanında duymayan onlardan değildir.
Öyleyse, o derdi duymanın ölçüsü nedir? İnananların dertleriyle iki büklüm
olanlar ne yapmalı ve nasıl dua etmelidirler? (30:17)