Sohbet Âdâbı ve Nasihate Kapalı Ruhlar

Sohbet Âdâbı ve Nasihate Kapalı Ruhlar

Soru: Nasihatten istifade edebilmek hangi hususlara bağlıdır? Nasihat eden ile dinleyen kimselerin öncelikle dikkat etmeleri gerekenler nelerdir? İnsanı istifadeye açık hale getiren hasletler ve nasihate kapalı kılan hastalıklar hangileridir?



-Hikmetin Lisan-ı Fasihi (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) Efendimiz, “Din nasihattir.” buyurmuştur. Nasihat; hayırhahlık demektir; bir kimseye doğru yolu göstermek, yapması ve yapmaması gereken şeylere dikkatini çekmek ve onun hakkında hep hayır dileğinde bulunmak manalarına gelmektedir. Nasihat, insanları Allah’a, Rasûl-ü Ekrem’e ve Din-i Mübîn’e yönlendirmektir; onları, dünya ve ahiret hayatları hesabına faydalarına olacak işlere sevketmektir. (01.00)

-Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, sohbetlerinde kendisine yöneltilen pek çok suali, halledilmesi gerekli olan pek çok problemi, ümmetiyle alâkalı dînî, içtimâî, iktisâdî, siyasî pek çok mesâili cevaplayıp müşkilleri hall, mübhemleri şerheder ve Kur’ân’la gelen pek çok mutlak emri takyîd, mukayyedi ıtlâk, husûsîyi ta’mîm, umûmîyi de tahsîs buyururdu. (02.03)

-Sohbet; Cenâb-ı Hakk’a yönlendiren yararlı konuşmalarda bulunma, söz ve düşünce ile başkalarının ufkunu açma, şahsa karşı duyulan hüsn-ü zannı gönülleri sonsuza yönlendirmede bir kredi gibi kullanma ve hep hayırhahlık mülâhazasıyla oturup-kalkmaya denir. Bu açıdan, sohbet için bir araya gelişimizi hep ciddi rûznâmelere bağlamamız gereklidir. Evet, müzakerelerimizi mutlaka sohbet-i Cânân’a bağlamalı, konuşacağımız mevzuları önceden belirlemeli, okuyacağımız metinleri iyi seçmeli, beraber çözeceğimiz problemleri tayin etmeli ve bir araya geldiğimizde mutlaka şahsi ve içtimai meselelerimizi halletmeye çalışmalıyız. (06.05)

-Vaaz u nasihat edecek insan, muhataplarının karşısına ciddî bir iç hazırlıkla ve mânevî doygunlukla çıkmalıdır. Her şeyden önce kalbinin Allah’la irtibatına ve dinleyicilerin vaktini israf etmeyecek şekilde hazırlanmaya dikkat etmelidir. Vaaz “gönlün sesi” olmalıdır. Vâiz, o sesi önce kendi vicdanında duymalı; kendisine hitap ediliyormuş gibi nasihatten hissesini almalı; sonra nefsini bütün bütün aradan çıkarmalı, adeta kendini unutmalı; verdiği misallerin kahramanlarıyla beraber yaşamalı; Hazreti Hamza’yı destanlaştırırken karşısında Utbe’yi, Şeybe’yi, Velid’i görüyor gibi olmalı ve sohbette fâniliğe ulaşmışçasına ciddî bir konsantrasyon içerisinde konuşmalıdır. (09.07)

-Nasihatten istifade edebilmek için, dinleyen kimsenin kendisini sıfır ve hiç görmesi, ön yargısız ve kabule açık olması gereklidir. Aksi hâlde büyüklük psikozlarıyla, kibir, gurur ve çalım içinde ve herkese, her şeye tepeden bakma ruh haliyle sohbetten istifade edilemez. Evet, dolu kaplar başka şey kabul edemez.. kaya üzerinde tohum filizlenemez. Kalbler verimli topraklar gibi, zihinler de bomboş telakki edilmeli ve tam bir tahliye ile arıtılmalıdır ki, nasihatten hisse alınabilsin. Yoksa, Nebiler ve veliler de nasihat etse, böyle bir tahliyeyi yapamayan, kendisini herkesten aşağı görmeyen, hatta nefsini yerden yere vurmayan ve söylenenleri kalb kulağıyla dinlemeyen kimsenin faydalanması oldukça zordur. (10.24)

-“İnsanın başı derde girince, gönülden O’na yönelerek Rabbine yalvarır. Ama sonra Allah kendi tarafından ona nimet ve imkan verince, daha önce bütün acziyle gönülden O’na yalvardığını unutur ve Allah yolundan kendisini saptıracak birtakım şerikler uydurur. De ki: İnkârınla biraz oyalan, biraz zevk al bakalım! Nasılsa sen kesin olarak cehennemliklerdensin!” (Zümer, 39/8) mealindeki ayet-i kerimede de ima edilmektedir ki; Allah’ı unutturan nimet, nimet görünümlü nikmettir. (17.20)

-“İnsanın başı derde girdi mi Biz’e yalvarır, ama sonra ona tarafımızdan nimet verince, “Ben bilgi ve becerim sayesinde bu serveti elde ettim” der. Hayır! Bu bir imtihandır, ama çokları bunu anlamazlar.” (Zümer, 39/49) mealindeki ayet-i kerimede de dikkat çekildiği üzere; ilim, başarı, makam-mansıp, hayat arkadaşı… gibi nimetler de hep birer imtihandır. (20.35)

-İnsan, mal-mülk, makam-mansıp, evlad ü iyal ile sürekli denenip sınandığı gibi kadınla da imtihan olabilir. Bir kısım müminlerin sabah akşam dualarında “Allahümme ecirnâ min şerri’n-nisâ, Allahümme ecirnâ min belai’n-nisâ, Allahümme ecirnâ min fitneti’n-nisâ” demeleri; yani, “Allahım, erkekliğin altında kalıp kadınla imtihanı kaybederek bir kötülük işlemekten bizi koru; Allahım, şehvetin arkasında sürüklenip bir felakete uğramaktan bizi muhafaza et; Allahım bir kadının cazibesine kapılıp doğru yoldan sapmaktan bizi halâs eyle!” diyerek Allah Teâlâ’ya iltica etmeleri kadının potansiyel bir iptila vasıtası olmasındandır. Yoksa, mü’minler, kadının şer, bela ve fitne olarak yaratıldığını asla düşünmez ve kadın fitnesinden korunma dualarını o bâtıl inanca bağlamazlar. Bu açıdan, aslında erkek de kadın için bir imtihan aracıdır ve kadın da erkek sebebiyle başına gelebilecek şerden, beladan ve fitneden sürekli Hazreti Hafîz’e sığınmalıdır. Hatta, o da –dilerse– dualarında “Allahümme ecirnâ min şerri’r-ricâl, Allahümme ecirnâ min belâi’r-ricâl, Allahümme ecirnâ min fitneti’r-ricâl” diyebilir. Evet, erkek-kadın münasebetleri çerçevesinde her ikisi de birbiriyle imtihan olmaktadır ve herbiri diğeri için bir imtihan unsuru, bir bela sebebi ve bir fitne vasıtasıdır. (22.15)

-“Bununla beraber yine de hatırlatıp öğüt ver! Zira gerçeği hatırlatıp nasihatta bulunma, inananlara ve inanacaklara fayda verir.” (Zâriyât, 51/55) mealindeki ilahi beyandan anlaşılması gerekenler… (26.37)

-Cenâb-ı Hak, İsrâ suresinin 82. ayet-i kerimesinde –mealen– şöyle buyurmaktadır: “Biz Kur’ân’ı mü’minlere şifa ve rahmet olarak indiririz. Ama o, zalimlerin sadece ziyanını artırır.” (29.52)