Serâzadlar Hürriyeti ve Gerçek Özgürlük

Serâzadlar Hürriyeti ve Gerçek Özgürlük

-İnsan, cihanları fethedecek bir cehd ü gayret ortaya koymalı; fakat,
kat’iyen yaptıklarını yeterli bulmamalı ve hele asla beklentiye girmemelidir.
(00:40)

-Adanmış ruhlar için marifet iltifata tâbi değil, iltifat
marifete tâbi olmalıdır. (01:50)

-Fedâkar ruhların geçtiğimiz kurban
bayramında muhtaçlara et dağıtması gibi hayırlar yapılırken sadece Allah’ın
rızası gözetilmeli; her türlü çıkar mülahazasından arınmış olarak “Müslümanların
dertlerini paylaşmayan onlardan değildir” hadis-i şerifinin yüklediği sorumluluk
duygusuyla hareket edilmelidir. Milletin ızdırabına ortak olma şuuruyla Hazreti
Ömer’in yaptığı gibi herkes ne yiyorsa onu yemeli ve Hazreti Ali’nin ifadesiyle
“İnsanlar içinde insanlardan bir insan ol!” düsturuna riâyetle ölesiye
civanmertlikler gösterilmeli, ama bütün bunlarda sırf Hakk’ın hoşnutluğu
hedeflenmelidir. (03:50)

-Beklediğini Allah’tan bekleyen hiçbir zaman
hüsrana uğramamıştır; insanlara karşı beklentiye girenler de çok defa hizlandan
hizlana, inkisardan inkisara sürüklenmiş; beklentilerini bulamayınca yaptıkları
iyiliklerden de vazgeçmiş ve aynı zamanda muhatapları tarafından da istiskal
edilmişlerdir. (08:40)

-Meseleleri çarpıtarak birilerini karalamaya
çalışanlar ne mırıldanırlarsa mırıldansınlar, mü’minler, kendi karakterlerinin
gereğini yerine getirmelidirler. Kendilerini paranoyaya kaptırmış bazı kimseler,
“Acaba bunlar, yapıp ettikleri bu iyilikler karşısında ne umuyorlar? Bir
asimilasyon mülahazası mı var bu işte?!.” deyip kendi karakterlerini
sergilerken, inanan insanlar da beklentisiz yapageldikleri hizmetlerine devam
ederek kendi karakterlerinin gereğini ortaya koymalıdırlar.
(09:20)

-Mü’minin imandaki derinliği şefkatiyle doğru orantılıdır.
(11:40)


Soru: 1) Günümüzde bazı insanlar, özellikle de gençler,
mantık-muhakeme görünümlü, ama his-hevâ yörüngeli serâzad ve çakırkeyf yaşamayı
“hürriyet” olarak telakki ediyor; “özgür” oldukları bahanesine sığınarak doğru
ya da yanlış hemen her davranışı sergileyebiliyorlar. Fert ve toplum açısından
hürriyetin çerçevesini lütfeder misiniz? (13:39)



-Tamamen bedenî bir varlık haline gelen ve her zaman iştihalarını tatmin
peşinde koşanlar, hürriyeti, herhangi bir sınırlama ve engelle karşılaşmadan her
türlü isteği gerçekleştirmek şeklinde anlamış ve tarif etmişlerdir. Bu çarpık
hürriyet mülâhazasıyla, ahlâk ve faziletin yerine cismaniyeti
yerleştirmişlerdir. Ölçüsüz serbestliği hayat felsefesi haline getiren bu
talihsizler, özgür olduklarını ve serbestçe yaşadıklarını iddia ettikleri aynı
anda hiç farkına varmadan bedenin, cismânî arzuların, dünyevîliklerin ve
bohemliğin ağına takılmış; makam ve mansıbın, servet ve şehvetin
kulları-köleleri olmuşlardır. Böyle bir esaretin neticesinde, Allah’la
irtibatsızlıktan kaynaklanan tatminsizlikler yaşamış, çeşit çeşit illetlere
yakalanmış ve anarşiye açık yığınlar haline gelerek toplumu bunalımdan bunalıma
sürüklemişlerdir. Evet, değişik arzu, istek ve beklentilere bağlanmış olan,
enaniyet, şöhret, haset, makam sevgisi gibi marazların ağında kıvranan bir
kalbin sahibi kat’iyen hür sayılamaz. Ömrünü bir kısım dünyevî çıkarlar ve
cismanî hazlar karşılığında başkalarına ipotek eden ve sürekli onlara bedel
ödemek zorunda olan birisi hür kabul edilemez. (14:32)

-Aslında, hiçbir
kayıt tanımama, hiçbir şarta bağlı olmama ve dilediği gibi yaşama şeklindeki bir
serâzadlar hürriyeti dünyanın hiçbir yerinde mümkün olmamıştır. Ne kapitalist
sistemlerde, ne liberalist sistemlerde, ne de komünist sistemlerde hiç kimse
arzu ettiği gibi yaşayamamıştır. Bazı sistemler kendi hesaplarına uygun düşen
mevzularda belli bir serbestliğe müsaade etmişlerdir ama sisteme bağlılık
mevzuunda çok ciddi bir tiranlık sergilemişler; sistemi koruma düşüncesiyle en
küçük bir muhalefet sebebiyle binlerce insanı öldürmüşlerdir. Günümüzde de bazı
ülkelerde aynı tiranlıklar devam etmektedir. (17:22)

-Biz, İslâm’ın kalbî
ve ruhî yanı açısından, hürriyeti “insanın Allah’tan gayri hiçbir şey ve hiçbir
kimsenin boyunduruğu altına girmemesi, hiçbir şey karşısında baş eğmemesi”
olarak anlarız. Hayatını cismanî hazlarının arkasında sürüm sürüm sürünerek
geçiren, nimetler karşısında şükredeceğine iyice küstahlaşan ve kazandıkça biraz
daha hırsa kapılıp şımarıklaşan ama diğer taraftan da elindeki imkânları
yitireceği korkusuyla tir tir titreyen bir zavallıyı –dünyaya hükümdar bile
olsa– hür kabul edemeyiz. Çünkü, bize göre gerçek hürriyet ancak, insanın
dünyevî endişelerden, mal-menâl gibi gâilelerden kalben sıyrılıp, Hakk’a
yönelmesi sayesinde gerçekleşebilir. Dünyanın nefis ve hevesâta bakan yanlarına
karşı kapanan, kalbini dünyadan, dünyayı da kalbinden uzaklaştıran bir insan,
zindanda dahi olsa gerçek hürriyeti bulmuş demektir. Yaratıcı’ya yönelen, gerçek
kıblesine dönen, sadece Hakk’a kul olmak suretiyle arzulara kulluk, kuvvete
kulluk, şehvete kulluk, şöhrete kulluk gibi çeşit çeşit kulluklardan kurtulan
böyle bir insan gerçek hürdür. O boynuna hiçbir kementin geçirilmesine razı
olmaz; ihtiraslar onun ufkunu kirletemez; heva, heves ve şehvet ona boyun
eğdiremez. (21:45)

-Hazreti Lût (aleyhisselam) kavminin yaptığı çirkin
fiiller gibi, iffet anlayışımıza ters hususlarla alâkalı bazı yasaklar ve din,
nefis, akıl, mal, nesil gibi esasların korunması için vaz’edilen bir kısım
kurallar, hürriyeti sınırlama değil onun çerçevesini belirleme demektir. Bu
kural ve kaideler fert ve toplumun sıhhati için zaruridir. Bu disiplinlere
riayet etmeyen toplumların Âd, Semûd ve Eyke halkını bile hicaplarından yerin
dibine girdirecek bir sukutla karşı karşıya kalmaları kaçınılmazdır ki M. Âkif
de şu sözleriyle bunu ihtar etmektedir:

“Hayâ sıyrılmış gitmiş öyle
yüzsüzlük ki her yerde…
Ne çirkin yüzler örtermiş meğer o incecik
perde!
Vefâ yok, ahde hürmet hiç, emanet lafz-ı bîmedlûl;
Yalan râic,
hıyanet mültezem her yerde, hak meçhûl.
Beyinler ürperir, yâ Rabb, ne korkunç
inkılâb olmuş:
Ne din kalmış, ne iman, din harâb, iman türâb
olmuş.
Mefâhir kaynasın gitsin de, kesilsin vicdanlar lâl…
Bu izmihlâl-i
ahlâkî yürürken, kalmaz istiklâl!” (22:45)


Soru: 2) “Ölçü ve Yoldaki Işıklar” kitabındaki hakikat
damlaları arasında, “Hürriyeti, mutlak serbestlik olarak anlayanlar, bilerek
veya bilmeyerek, hayvanî hürriyetle insanî hürriyeti birbirine
karıştırmaktadırlar.” buyuruluyor. Hayvanî ve insanî hürriyet taksimi nasıl
anlaşılmalıdır? (26:10)



-Hayvanlar âleminde bile mutlak hürriyet bulunduğunu söylemek zordur.
Dikkatle nazar edilir ve incelenirse, onların hayatlarında da sevk-i ilahî ile
bir kısım kurallara riâyetin söz konusu olduğu görülebilir. Bu cümleden olarak,
kobraların alan ihlali konusundaki mücadelelerinde dikkati çeken bir nevi
temkine, güney kutbunda yaşayan penguenlerin hayat sistematiğine, yılan
balıklarının doğuş ve yaşayış serüvenine bakılırsa, aklı hayrette bırakan bir
ilahî sevkin varlığı müşahede edilecektir. (26:33)

-İnsan hayatında da
belli kural, kaide ve sınırlar olmalıdır. Şu kadar var ki, ahsen-i takvîm üzere
yaratılan ve alâ-yı illiyyîne namzet bulunan insana bir irade bahşedilmiş ve ona
iradesinin hakkını vererek meleklerin önüne geçme fırsatı lutfedilmiştir.
(29:53)


Soru: 3) Bir makalenizde, hürriyet arayışının zaman zaman
dinle, devletle, hattâ örf, âdet ve ahlâkla savaşma şeklinde cereyan ettiği
anlatılıyor. Bugün gençlere dayatılan “serâzadlar hürriyeti”nin ardında da böyle
çirkin bir niyet söz konusu mudur? (32:06)



-Evet, insan var olduğu günden bu yana hep hürriyet arayışı içinde olmuştur.
Bu arayış yer yer onun kendi iradesini sezişi ve onu tam gerçekleştirmeye
çalışması, zaman zaman da dinle, devletle, hattâ örf, âdet ve ahlâkla savaşması
şeklinde cereyan etmiştir. Bizden evvel dünyanın değişik yörelerinde, bilhassa
Batı’da bir çeşit serâzadlar hürriyeti yaşanmış; ama bu aşırı ve çılgın hürriyet
telakkisinin bir kısım insanî değerleri tahrip ettiği ve kendi aleyhinde
işlediği görülmüştür. Bu itibarla, umumi manada Batı’nın da öyle bir özgürlük
anlayışından memnun olduğu söylenemez. Ne var ki, bizim de aralarında
sayılabileceğimiz mukallid toplumlar, iradelerinin hakkını verememeleri
sebebiyle, o yanlış özgürlük telakkisine tutulmuş ve başkalarının tezgâhlayıp
sahneye sürdüğü meşgalelerle ömür tüketmeye mecbur olmuşlardır.
(32:30)

-Bir insanın istikamet içinde yaşaması ancak müstakim bir toplum
içinde mümkün olur. Günümüzde aile kendi cüz’i fertleriyle bir çözülme içinde ve
darmadağınık.. ana-baba evlâtlarının keyif ve heveslerini yaşaması karşısında
olabildiğine lâubâli.. yuvalar his, şefkat, iz’an ve şuur mahrumu.. sokak, her
dönemecinde bir sürü cadı kazanı pek karanlık bir gayyâ.. mektep, her yönüyle
boşluğa emanet ve muhalif rüzgârlarla nereye savrulacağı belli olmayan bir
ucûbe.. mâbed, soğuğu-sıcağı duymayan, duyup irkilmeyen insanların ârâm ettiği
bir gölgelik.. aşk u heyecan ocağı zâviyeler mevcut değil, mevcudiyet iddiasında
olanların çoğu da folklorik merasimlere teslim birer küllük… Böyle bir
toplumda nesilleri yanlış hürriyet telakkilerinden kurtarıp gerçek özgürlüğe
uyarmak tabii ki zorlardan zor bir iş!.. (33.33)

-Hakikî hürriyet,
kemal-i ubûdiyetin lâzımıdır; bu iki şeyi eş anlamlı bile kabul edebiliriz. Bu
itibarla, denebilir ki insan, Allah’a kulluğu ölçüsünde hürdür ve hakikî
hürriyeti -dünyevî endişelerden, mal-menal gibi gâilelerden kalben sıyrılıp,
âlem-i halka ait bütün husûsiyetleriyle ve âlem-i emre ait bütün derinlikleriyle
Hakk’a yönelmeleri sayesinde- sofiler yaşamışlardır. Nefsini esir alması
sayesinde aslanları bile kendisine musahhar edip onlara odun taşıtan bir Hak
dostunun menkıbesi buna latif bir misaldir. (36:48)