Seçim Sonuçları ve Muzafferlere Düşen Vazifeler

Seçim Sonuçları ve Muzafferlere Düşen Vazifeler
Share

Paylaş

Soru: Seçim sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Seçim sürecindeki ve sonuçları öğrendikten sonraki mülahazalarınızı lutfeder misiniz?



-Türkiye, -Allah’ın inayetiyle- atlatılamaz gibi görünen çok ciddi badireleri atlattı; ülkeyi fevkalâde hallere sürükleyecek ve demokraside çatlamalar hasıl edecek muhtemel tuzakları aştı ve halk büyük bir sükunet içinde yeniden iradesini ortaya koydu. (00.39)


-Ne var ki, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde ve genel seçim öncesinde ortaya çıkan hırçınlıklar bir anda bertaraf edilemez; hatta başarısızlık bir kısım insanlarda daha büyük hırçınlıklara ve cinnet sayılabilecek hezeyanlara sebebiyet verebilir. (02.04)


-Bu itibarla, seçimde muzaffer olan insanlara bundan sonra daha büyük vazifeler düşmektedir; onlar, daha kuşatıcı, daha anlayışlı ve daha yumuşak olmalı, mülayim halleriyle hırçınlıkların önünü almalıdırlar. (03.50)


-Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke’nin fethi esnasında, heyecan ve endişeyle bekleşen Mekkelilere, “Şimdi size ne yapmamı bekliyorsunuz?” diye sorar. O’nun nasıl soylu, affedici ve civanmert bir insan olduğunu iyi bilen bazı Mekkeliler, “Sen kerimsin, kerim oğlu kerimsin” şeklinde karşılık verirler. Şefkat Peygamberi, “Size bir zaman Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi derim: ‘Daha önce yaptıklarınızdan dolayı bugün size kınama yoktur. Allah, sizi de affeder. O, Merhametlilerin En Merhametlisi’dir. Gidiniz, hepiniz hürsünüz.” der. İşte bu affedicilik ve mülayemet bizim kültürümüzün özünde vardır. Öyleyse, bugünün seçim galipleri de miting meydanlarındaki bağırıp çağırmaları unutmalı, artık bütün toplumu kucaklamalı ve bundan sonra güzel vatanımız için herkesle el ele çalışmaya koyulmalıdırlar. (04.15)


-Başarılar insanı şımartmamalı. Allah Rasûlü’nün, Mekke’yi fethedip şehre girerken büründüğü mahviyet hepimize hüsn-ü misal olmalı. Peygamber Efendimiz, tabiatının bir derinliği olan tevazudan dolayı, biniti üzerinde o denli iki büklüm idi ki, neredeyse başı bindiği hayvanın eğer kaşına değecekti. (09.49)


-Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı fethedip mukaddes emanetlerle İstanbul’a dönerken, pâyitahta yaklaştığı bir anda, halkın kendisini muhteşem bir törenle karşılayacağını öğrenir. Ordusuyla olduğu yerde konaklar ve şehre girmek için gece karanlığını bekler; nefsani duygulara kapılmaktan, tevazu ve mahviyeti yaralayacak hislere girmekten endişe eder. (11.00)


-Endülüs’ü fethettiği gün hazine dairesine girip altınları, mücevherleri gö­rünce kendi kendine “Tarık, dün bir köleydin. Bugün muzaffer bir komutansın. Yarın ne olacağını da ancak Allah bilir. Şı­mar­ma…” diyen ve sonra gurura, çalıma girmemek için yata­ğını kraliyet dairesine değil ahıra serdiren Tarık b. Ziyad’ın tevazuu hepimize derin manalar ifade etmeli. (11.56)


-Hizmet erleri, vazifelerini yapabilecekleri zemin arayışında olmalı ama siyaseti evvelen ve bizzat vesile edinmemelidirler. Kendi düşünce çizgilerini paylaşmayan kimselere de asla uzak durmamalıdırlar. Siyasi hareketler gelip geçicidir; fakat, Kur’an hadimleri, milletin himmetini yanlarına alarak daima vazife yapmakla karşı karşıyadırlar. (14.12)


-Defaatle arz ettiğim gibi; Çankaya riyaseti değil, dünya hükümranlığı dahi teklif edilse, onu bile ayağımın ucuyla itmezsem dünyanın en aşağılık mahlukuyum. Çünkü ben Allah’ın rızasına talibim ve o hedefe de ancak ila-yı kelimetullah vazifesiyle ulaşabileceğime inanıyorum. Bu sözle, riyaset makamını hafife aldığım da zannedilmesin; ben sadece sübjektif bir mülahazamı ve kendi ruh dünyamı ifade ediyorum. (18.20)