Peygamber Yolu

Peygamber Yolu

Soru: 1) Geçen hafta, Yeni Ümit ve Hirâ dergileri ortaklaşa “Peygamber Yolu” başlığı altında uluslararası bir sempozyum düzenlediler. Günümüzde “Peygamber yolu” denince daha çok teşriî emirler açısından Sünnet-i Seniyye akla geliyor. Bir mü’minin Allah’la münasebeti, kainâtla alâkası ve ibadetlerinden tebliğ vazifesine kadar geniş hayatı düşünülürse, “Peygamber yolu” ifadesinden neler anlaşılmalıdır?



-İslâm’a göre ilmin sebepleri -umumi manada- üçtür: 1- Göz, kulak, burun, dil ve deriden ibaret olan, bizim “sağlam duyu organları” dediğimiz “havâss-ı selîme.” 2- “Haber-i sâdık” sözcüğüyle ifade edeceğimiz doğru haber ki, o da kendi içinde ikiye ayrılır: a. Yalan üzerinde ittifakları mümkün olmayacak kadar çok sayıdaki bir cemaatin ihbârı mânâsına gelen “mütevâtir haber.” b. Allah tarafından gönderilen peygamberlerin mesajları mânâsına “haber-i rasûl.” 3- İlmin üçüncü sebebi de akıldır. İster düşünülmeden hemen akılla bilinen bedihiyyât kabîlinden olsun, isterse düşünülerek ve istidlâl yoluyla ulaşılan bilgiler nev’inden olsun, bu kabîl ma’kûlâtın zâhirî sebebi akıldır. (01:07)

-Genel manada, “Sünnet” denilen “Peygamber Yolu” Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in söz ve hareketleri ile, yapılmasını emrettiği veya işaret buyurduğu hususların bütünüdür. Usûlcüler, peygamber yolunu, sözlere, fiillere, takrirlere bağlayıp, sözlerle sübut bulanlara “Sünnet-i Kavliye”, fiillerle ortaya konanlara “Sünnet-i Fiiliye” ve yapıldığını gördüğü halde, işlenip işlenmemesi konusunda sükût buyurduğu hususlara da “Sünnet-i Takrîriye” demişlerdir. Sünnet-i Seniyye, amele müteallik bulunanlardan ahlâkla alâkalı olanlara, terbiye ve âdâb etrafında şerefsüdur olmuş nurefşân beyanlardan nefis tezkiyesi ve ruh terbiyesi istikametinde ortaya konmuş düsturlara kadar hemen her bölümüyle çok geniş bir alanda, gözlerimize ve gönüllerimize ziya çalan tükenmez bir kaynaktır. (05:20)

-Sünnet yolu, ister teşrîdeki alanının genişliği, ister farklı yorumlara açık esnekliği
sayesinde, Kur’ân tefsirinden fıkha, itikadî meselelerden ahlâka, zühd ü takvâdan ihlâsa açılan çerçevede, öyle feyyaz bir kaynak olagelmiştir ki, o kaynaktan beslenmeyenlerin hakiki bir mü’min olmaları ve sahih bir kulluk ortaya koymaları mümkün değildir. Öyle ki, Cenab-ı Hakk’a karşı iştiyak ve bir an önce O’na kavuşma gibi güzel bir his bile şayet Peygamber Yolu’nun hassas ölçüleriyle değerlendirilmezse, insanı çok büyük yanlışlıklara sürükleyebilir. Keza; insan, kâinatın bağrındaki milyonlarca delil sayesinde bir yaratıcının varlığını bilip kabullenebilir; fakat onun Yüce Yaratıcı’nın esma, sıfât ve Zatına dair bazı hususları anlaması ve en önemli hakikat olan Allah’a imanı doğru kavrayıp vicdanına mal etmesi de ancak Sünnet-i seniyye sayesinde mümkün olabilir. (08:12)

-Zât, sıfât ve esmâsı itibarıyla “min haysü hüve hüve” bir ulûhiyet anlayışının ortaya konması ve buna karşılık da kulların sorumluluklarının, bu sorumlulukları nasıl yerine getireceklerinin, yürüdükleri/yürüyecekleri yolun âdâp ve erkânının ve varacakları hedefin vaad ettiklerinin doğru şekilde belirlenmesi ancak Peygamber yolunda gerçekleşir. Evet, gayb-ı mutlakla alâkalı konuların dosdoğru bilinmesi vahyi gerektirdiği gibi, vahiy de zaruri olarak peygamberlik müessesesini iktiza etmektedir. Bu zarurete binaendir ki, Allah, hemen her devri ve bazı dönemler itibarıyla her kıt’ayı ayrı bir peygamberin vücuduyla şereflendirmiştir. (12:50)

-İtikatla alakalı mevzularda olduğu gibi diyanetle ilgili meselelerde de istikamet üzere yürüme sadece Sünnet-i seniyye sayesinde mümkün olabilir. Zira ibadetler “taabbudî”dir; yani, onları Allah emrettiği için, O’nun istediği zamanda, O’nun gösterdiği şekilde ve O’nun rızasını kazanmak niyetiyle yaparsak ya da sırf Allah yasakladığı için bazı şeylerden sakınırsak, işte o zaman o amelimiz ibadet hükmüne geçer. Kur’an nasıl getirmiş, Peygamberimiz nasıl göstermişse aynen öyle koruyup uyguladığımız, onlarda değişikliklere, artırma ve eksiltmelere girmediğimiz, Peygamberimiz tarafından öğretilen şekline dokunmadığımız sürece ibadetlerimiz ibadet olarak kalır. Evet, format Allah ve Rasûlü tarafından ortaya konmuş ise o bir kıymet ifade eder. Yoksa, kendi mantığınıza göre, bir ibadetin şekil olarak daha ağırını ve daha müşkilini ortaya koysanız da onun bir değeri yoktur. (18:11)

-Yanılmamanın ve dalalete saplanmamanın biricik yolu; Mişkât-ı Nübüvvet’in altında, yani Peygamber Efendimiz’in yaktığı meşalenin ışığıyla yürümektir; kulluk yolculuğunu Rasûl-ü Ekrem’in rehberliğinde sürdürerek, sürekli O’ndan gelen âdâbı gözetip, kalbi, ruhu, aklı O’nun yoluna kurban etmek, ruh dünyasında hep O’nunla oturup-kalkmak, problemleri çözmede O’na müracaat etmek, her meselede O’nun hakemliğine başvurmak ve son haddine kadar ölesiye bir cehd ve gayretle, maiyyeti maiyyetullah sayılan, o Seçilmişler Seçilmişi Hazreti “Fahrü’r-Rusul”e iktida etmektir. (20.30)


Soru: 2) “Peygamber yolu”nun doğru anlaşılıp temsil edilmesinde, bilhassa Hulefa-i Râşidîn ve Sahabe çizgisinin rolü ve önemi nedir? (22:30)



-“Râşid Halifeler” dediğimiz Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali (radıyallahu anhüm ecmaîn) efendilerimiz, İnsanlığın İftihar Tablosu’ndan sonra müslümanlığı arızasız, en duru temsil eden insanlardır. (22:40)

-Ebû Dâvûd ve Tirmizî’nin, Irbâd İbn-i Sâriye’den rivayet ettiği bir hadis-i şeriflerinde Hazreti Sâdık u Masdûk Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

فَإِنَّهُ مَنْ يَعِشْ مِنْكُمْ بَعْدِي فَسَيَرَى اِخْتِلاَفاً كَثِيراً، فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتِي وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِيِّينَ تَمَسَّكُوا بِهَا وَعَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ

“İçinizden benden sonra yaşayanlar pek çok ihtilaf ve herc ü merç göreceklerdir. Siz sünnetime ve doğruya götüren Raşid Halifelerin (yani Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali’nin) sünnetine sarılın, yapışın. Bunlara azı dişlerinizle sımsıkı tutunun!” (Tirmizî, ilim 16; Ebû Dâvûd, sünnet 5; İbn Mâce, mukaddime 6.) (25:20)

-Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) “En hayırlı asır, öncelikle benim içinde bulunduğum şu asırdır; sonra onu takip eden, sonra onu takip eden asırdır)” buyurmuştur. Müslümanlığın doğru anlaşılması, doğru yorumlanması ve doğru tefsir edilmesi, asırların en hayırlısında Ashab-ı Kiram’ın ve onlara tâbi olan tâbiîn-i izâmın anlayışlarına ve kusursuz temsillerine bağlıdır. (26:20)

-Râşid Halifeler’e sımsıkı sarılma ve onları sevdirme, çağımızın mürşitleri için çok önemli bir vazifedir. (27:32)

-Birilerini severken başka birilerine adâvet etme din değildir; o mevzuda herhangi bir dinî emir yoktur. Hatta dinde Firavun gibi tiranlara sövülmesi ve onlara lanet edilmesi gerektiğine dair bir emir de söz konusu değildir, küfretmenin lüzumuna dair bir disiplin yoktur; aksine, Kur’an şöyle buyurmaktadır: “Onların Allah’tan başka yalvardıkları tanrılarına hakaret edip sövmeyin ki, onlar da cahillik ederek hadlerini aşıp Allah’a hakaret etmesinler!” (En’am, 6/108) (28:03)

-Ben Hazreti Ali’yi delice seviyorum; aklıma gelince burnumun kemikleri sızlıyor; Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin derken kolum kanadım kırılıyor. Fakat, Peygamber Yolu’nda bunları sevmenin, başkalarına sövmeyi gerektirdiğine dair bir vazife yoktur. (30:06)


Soru: 3) Türkiye’nin önde gelen ilim ve fikir adamlarının yanı sıra, Vehbe Zuhaylî, Ahmed Abbadî, Said Ramazan el-Bûtî ve Ali Cuma gibi İslam dünyasının tanınmış âlimlerinin de iştirak ettikleri “Peygamber Yolu” Sempozyumu hem konuşmacılar hem de misafirler üzerinde çok ciddi bir heyecan uyardı. İlim ve irfan şöleni de diyebileceğimiz bu ve benzeri toplantılarda hâsıl olan heyecanın devamlılığı ve verimliliği hangi hususlara bağlıdır? (30:28)



-Evvelâ; davet edilen insanlara işin önemi icmâlî olarak duyurulmalıdır. Sünnet’in peygamber yolu olduğu, Sünnet olmadan Kur’an’ın doğru anlaşılamayacağı ve Efendimiz’in temsiline başvurulmadan İslam’ın yaşanamayacağı gibi hususlar ana hatlarıyla da olsa anlatılarak ruhlar hazırlanmalıdır. (31:00)

-Sâniyen; dünyanın değişik yerlerinden gelen o ilim adamlarının kıymetlerinin güzel anlatılması lazımdır. Mesela; Vehbe Zuhaylî’nin dört mezhebe göre İslam Fıkhı’nı yazacak kadar ilme sahip bir insan olduğu; Ahmed Abbadî ve Ali Cuma gibi âlimlerin İslam dünyasındaki itibarları; Said Ramazan el-Bûtî’nin başka bir mezhebe müntesip olan devlet başkanı tarafından bile dikkatle dinlendiği… nazara verilmelidir ki, insanlar sıradan kimseleri dinlediklerini zannetmesinler; onlara güzel teveccüh etsinler ve teveccüh bulup onların feyz ve insibağlarının tesirine girsinler. (31:40)

-Sâlisen; Diyanet İşleri Başkanımız ve İstanbul Müftümüz gibi Türkiye’nin önde gelen ilim ve fikir adamlarının yanı sıra, İslam dünyasının tanınmış âlimlerinin Sünnet-i Seniyye gibi bir meselede titiz ve hassas davranmaları, insanlar üzerinde çok ciddi tesir hâsıl eder. “Kur’ân Müslümanlığı” gibi zahiren masum bir söz ile, özellikle Sünnet’i ve diğer edille-i şer’iyeyi dışlayarak İslâm’ı yalnızca Kur’ân’a göre yorumlamayı esas edinen bir anlayışın nazara verildiği günümüzde, Peygamber Efendimiz’in yeri, konumu ve temsildeki o mualla makamının sıksık vurgulanması lazımdır ki, bunun yetkili kimseler tarafından yapılması da çok mühimdir. (35:35)

-Allah Rasûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) -hâşâ- sıradan bir postacı, bir müvezzi değildir. O yerde durup göklerle irtibata geçen, bizim hiçbir zaman münasebet kuramayacağımız âlemlerle münasebet kuran, burada otururken Allah’ın konuşmasını duyan bir insandır; farklı hususiyetleri, farklı donanımları olan İnsan-ı Kâmil’dir. O’nun temsilinde kusur yoktur; o kusursuz temsil de Sünnet yoludur. (36:30)

-Râbian; bu türlü sempozyumlar sadece yapıldığı yerde kalmamalı; arkadan müzakere edilmeli, orada anlaşılamayan hususlara şerhler düşülmeli ve o konu hep canlı tutulmalıdır. (37:45)