Osmanlı’da Fütüvvet Ruhu

Osmanlı’da Fütüvvet Ruhu

Soru: Özellikle Batılı yazarlar Osmanlı’yı asırlar boyu ayakta tutan faktörlerden en önemlisinin “savaş ekonomisi” olduğunu söylüyorlar. Dolayısıyla da, cihada o kadar kilitlenmiş olmalarını bu faktöre bağlıyor ve Osmanlı tarihini “savaşlar tarihi” şeklinde gösteriyorlar. Maalesef, bizdeki bazı tarih kitapları da Osmanlı’yı genellikle aynı çizgide ele alıyor. Bu konudaki mülahazalarınızı lutfeder misiniz?



-Maalesef, Osmanlı tarihi genellikle bir “savaşlar tarihi” olarak nazara verilmiştir. Sinelerdeki kahramanlık duygusu da -bilhassa zaferlere bakan yönüyle- bundan, gizli ve çocuksu bir memnuniyet duyulmasına sebep olmuştur. Dolayısıyla da işin perde arkası ve gerçek mahiyeti görmezlikten gelinmiş; hatta “yalan söyleyen tarih” Osmanlı sultanlarının hemen hepsini karalayacak şekilde seslendirilmiştir. (01.05)

-Bazılarına göre, Osmanlı’nın gerçek tarihi yazılmamış/yazılamamıştır. Kimi tarihçiler bu eksiklik karşısında “Bazı milletler tarih yazar, bazıları ise tarih yapar; Osmanlı tarih yapan milletlerdendir” tesellisine sığınmışlardır. (04.03)

-Osmanlı’nın yıkılışından sonra başta Osmanlı yetimlerinin bulunduğu coğrafya olmak üzere bütün dünyaya yayılan zulüm, kargaşa ve herc ü merclere bakılırsa Devlet-i Âliye’nin kıymeti daha iyi anlaşılacak ve o büyük devletin sadece savaşlardan elde edilen ganimetlerle ayakta kalmadığı, asırlar boyu zirvedeki yerini korumasının ardında çok ciddi bir devlet felsefesinin bulunduğu görülecektir. (06.33)

-Hemen her milletin hayatında iman ve aşk dönemi, ilim dönemi ve sanat dönemi gibi devirler olmaktadır. İman ve aşk dönemindeki kıvam ve heyecan azala azala ilim ve sanat dönemlerinde bitip tükenmeye yüz tutmaktadır. (12.50)

-Dünyanın dört bir yanına açılan adanmış ruhlar gittikleri yerlerde yaşadıkları hadiseleri mutlaka detaylarıyla kaydetmeli ve tecrübelerini daha sonra hatıra, roman ya da tarih şeklinde yazılmak üzere gelecek nesillere emanet etmelidirler. O kayıtlar, misliyet çerçevesinde tekerrür eden tarihi hadiseleri daha iyi anlama, çağı güzel yorumlama ve istikbale sağlam hazırlanma açılarından yarının nesillerine büyük kolaylıklar sağlayacaktır. (15.41)


Soru: Osmanlı’nın yükselişine ve uzun süre zirvede bulunuşuna vesile olan en önemli dinamik hangisidir? Ayrıca, Osmanlı döneminde büyük fikir ve ilim adamlarının çok az yetiştiği söylenerek bu husus hep tenkit edilegelmiştir; bu tenkitlerde haklılık payı var mıdır? Meseleyi farklı devirlerin farklı ihtiyaçları ve günümüzün nesillerinin vazifeleri zaviyesinden değerlendirir misiniz? (20.20)



-Osmanlı’nın yükselişinde ve uzun süre zirvede bulunuşunda “Devlet-i ebed müddet” mülahazasının ve tarih şuurunun tesiri olabilir; fakat, meseleyi ırk açısından ele almak ve sadece bunlara bağlamak çok yanlıştır. (20.45)

-Osmanlı’nın büyüklüğe yürümesindeki asıl sâik, i’lâ-yı kelimetullah aşkı ve dini ihya sevdasıdır. (23.22)

-Yarım asra yakın devletin başında durmuş ama başı dönmemiş bir insan olan Kanunî Sultan Süleyman, Hakk’ın emanetini harp meydanında teslim etmek istemiş ve öyle de olmuştur; Sefer-i Hümayun’da, ordu Zigetvar kalesi önlerindeyken teslim-i ruh eylemiştir. Menkıbeye göre; Kanunî, hastalığı esnasıda Ebussuud Efendi’ye bir sandık vererek vefatında bu sandığın da kendisiyle beraber gömülmesini vasiyyet etmiştir. Ulemâ arasında yapılan tartışmalar neticesinde, dinimizde eşya ile gömülmek caiz görülmediğinden sandık kabre konulmamıştır; fakat merak üzere açılıp bakıldığında sandıkta, Kanuni’nin verdiği hükümler için Şeyhulislam’dan aldığı fetvalar bulunmuştur. Bunu gören Ebussuud efendi ağlayarak “Sultanım, sen kendini kurtardın; bilmem ki, biz ne yapacağız…” demiştir. (25.45)

-Kendi döneminde en çok bir bayraktara ihtiyaç duyulduğundan, Osmanlı, İslam bayrağını dalgalandırma misyonunu üstlenmiştir. Osmanlı’nın üstüste zulüm ve ihanetlere uğradığı, İslâm âleminin müstemlekeciler tarafından âdeta tırpanlandığı ve fikir, düşünce adına dümdüz edildiği, geriye sadece Osmanlı’ya sövme ve vefasızlığın miras kaldığı bir dönemin akabinde, Malik bin Nebi’nin, “Eğer İslâm dünyasının şimalinde Osmanlı olmasaydı, bugün İslâm dünyası da olmazdı. Osmanlı olmasaydı, bugün yeryüzünde müslümanlık da kalmazdı.” deyişi de bu gerçeği ifade etmektedir. (28.33)

-Cenâb-ı Hak, her devirde, o zamanın şartlarına uygun insanlar göndermiştir. Osmanlı’da İslam’ın ilk asırlarındaki büyük fikir ve ilim adamlarının yetişmediğini ya da çok az yetiştiğini söyleyenler, meseleyi farklı devirlerin farklı ihtiyaçları zaviyesinden de değerlendirmelidirler. (30.47)

-Ezcümle; tedvin döneminde yapılan çalışmalar çok kıymetlidir; zira, o dönemde fakîhler, fıkhın kitaplaştırılması, hadisçiler sünnetin hıfz ve tesbiti, kelâmcılar akâid meselelerinin tarsîni, tefsirciler Kur’ân ve Kur’ânî ilimlerin te’lifiyle meşgul olup, her biri kendi sahasında üstün gayretler sarfederek yüce İslâm dininin hakikatlerini, hem de herhangi bir iltibasa meydan vermeyecek şekilde tesbit edip ortaya koymuşlardır. Ne var ki, bugün tedvin döneminde yapılanları yapmaya çalışmak ve o zamanı taklit etmek çağı doğru okuyamamak demektir; çünkü, bugünün ihtiyaçları ve öncelikleri çok farklıdır. (36.45)

-İçinde yaşadığımız dönemde ümmet-i Muhammed’e (aleyhissalatü vesselam) düşen vazife ve inananlar tarafından yapılması gereken en önemli iş; engin bir vicdanla âleme açılmak, gönülde her insan için bir sandalye ayırmak, şefkatle herkesi kucaklamak ve hakikatler ile kalbler arasındaki engelleri kaldırarak beşerin ebedî kurtuluşuna zemin hazırlamaktır. (42.45)