Keşke Falanı Dost Edinmeseydim!..

Keşke Falanı Dost Edinmeseydim!..

Çay Faslından Hakikat Damlaları: Hüve Nüktesi

-Dirilme, diri kalma ve başkalarının ruhlarına hayat üfleme, O’nunla münasebetin derinliğiyle doğru orantılıdır. Hazreti Üstad’ın “Hüve Nüktesi”nde anlattığı üzere tam ihtiyacımıza cevap verir şekilde lütfedilen gayr-i iradi alıp verdiğimiz her solukta iradî olarak O’nu ansak sezâdır. (00:44)

-Süleyman Çelebi Hazretleri, Mevlid-i Şerif’inde der ki: “Her nefeste Allah adın di müdâm / Allah adıyla olur her iş tamam.” Sadi Şirâzî de Gülistan’ında: “Bir insan her nefeste Allah’a karşı iki şükür borçludur.” der. Bir soluk alıp vermede hayatı iki defa bağışlayan Allah’tır. Böyle bir Mevlâ-yı Müteâl’e elbette kalb, dil ve cevarihle teşekkür etmek gerekir. Solukları “Hû” rengiyle süslemek icap eder. (02:30)

-Cenâb-ı Hak, şu mealdeki ayet-i kerimelerde hem nimetlerini hatırlatıyor hem de onlar karşısında sarp yokuşları ve onlara takılıp kalanları: “O insan, kendi üzerinde kimsenin güç sahibi olmadığını mı sanır? “Ben yığınla servet tükettim” diye övünüp durur. Kendisini gören olmadığını mı zanneder? Biz ona görmesi için gözler, gönlüne tercüman olacak bir dil ve dudaklar, vermedik mi? Ona hayır ve şer yollarını göstermedik mi? Fakat o sarp yokuşu aşmaya çalışmadı. Böyle yaparak verilen nimetlerin şükrünü eda etmedi. Sarp yokuş, bilir misin nedir? Sarp yokuş: bir köleyi, bir esiri hürriyetine kavuşturmaktır. Kıtlık zamanında yemek yedirmektir. Yakınlığı olan bir yetimi ya da yeri yatak, (göğü yorgan yapan, barınacak hiçbir yeri olmayan) fakiri doyurmaktır. Hem sarp yokuş: Gönülden iman edip, birbirlerine sabır ve şefkat dersi vermek, sabır ve şefkat örneği olmaktır.” (04:00)

-Muhtaç olduğumuz şeyler Cenâb-ı Hakk’ın lütuf seyri içinde gelmese, cihanları versek dahi hiçbirini elde edemeyiz. Derler ki: Harun Reşid’in karşısına çıkan Allah dostu sorar; “Harun! Şu bir bardak suya muhtaç olduğunda onu elde edebilmek için bütün saltanatını verir miydin?” “Evet” der. “Peki, bu suyu içsen de dışarıya çıkaramasan, onu çıkarmak için bütün saltanatını verir miydin?” diye sorusuna devam eder. Yine Harun Reşid, “Evet” der. Bunun üzerine ârif insan şunları söyler: “İşte ya Harun! Senin bütün servet ve saltanatın bir bardak sudan ibarettir!..” Bir bardak sudan alalım da her an muhtaç olduğumuz havaya kadar, bütün nimetleri, kapımızda hazır buluyoruz. Her mevsim ayrı ayrı binlerce çeşit meyve Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve ihsanıyla geliyor. Aksini düşünseydik, değil o meyveleri, bütün cihana bedel bir çekirdeği dahi elde edemezdik. (06:00)

-“Hüve Nüktesi” aslında derindir; kemal-i aczimle itiraf edeyim ki ben anlayamadım. Ali Fuad Hoca demiş ki: “Hazreti Pîr-i Muğan’ın hiçbir eseri olmasaydı Hüve Nüktesi yeterdi!.” (10:45)

Soru: Furkan Sûresi’nde mahşer gününe ait bir tablo anlatılırken zâlimlerin Peygamberin yolunda yürümediklerinden dolayı çok pişman olacakları, nedametle ellerini ısıracakları ve “Keşke falanı dost edinmeseydim! Vallahi bana gelen öğütten (Kur’ân’dan) beni o uzaklaştırdı.” diye yanıp yakılacakları ifade buyuruluyor. Ötelerin bu boş temennileri dünyadaki hangi yanlışlıkların neticesidir? Âhirette öyle faydasız “keşke”lerle inlememek için burada nelere dikkat edilmelidir? (11:41)

-Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلَى يَدَيْهِ يَقُولُ يَا لَيْتَنِي اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَبِيلاً يَا وَيْلَتَى لَيْتَنِي لَمْ أَتَّخِذْ فُلَاناً خَلِيلاً لَقَدْ أَضَلَّنِي عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ إِذْ جَاءنِي وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْإِنسَانِ خَذُولاً

“O gün zalim, parmaklarını ısırır der ki: Eyvah! Keşke o Peygamberle birlikte bir yol tutsaydım! Eyvah! Keşke falanı dost edinmeseydim! Vallahi bana gelen öğütten (Kur’ândan) beni o uzaklaştırdı. Zaten şeytan, insanı işte böyle uçuruma sürükleyip sonra da yüzüstü, yalnız bırakır.” (Furkan Sûresi, 25/27-29) (12:25)

“O gün zalim, parmaklarını ısırır.” (13:35)

“Eyvah! Keşke o Peygamberle birlikte bir yol tutsaydım!” sözü faydasız bir “keşke”dir. Faydalı “keşke”ler de vardır ve insana sevap kazandırır. Faydasız keşkeler ise insanın nedametini ikileştirir, musibetini katlar.(15:00)

“Eyvah! Keşke falanı dost (halil) edinmeseydim!” Halil; candan dost, vefalı arkadaş ve sâdık yârân demektir. Halil olmak herkesin kârı değildir. (18:52)

-Ötelerin böyle boş temennileri dünyadaki pek çok yanlışlığın ahirete yansımasından ibarettir ki, bu yanlışlıkların başında küfür gelir. Zira, Recâizâde Ekrem’in ifadesiyle, “Bir kitabullah-ı a’zamdır serâser kâinât / Hangi harfi yoklasan mânâsı Allah çıkar.” Hazreti Pîr de, kâinatın satırları teemmül edildiğinde onların Mele-i Âlâdan insana gönderilmiş birer mektup olduğuna dikkatleri çekiyor.

تَاَمَّلْ سُطُورَ الْكَائِنَاتِ فَاِنَّهَا – مِنَ الْمَلَاِ اْلاَعْلَى اِلَيْكَ رَسَائِلُ

“Kâinatın satırlarını dikkatle mütalâa et. Zira onlar, Mele-i Âlâ’dan sana gönderilmiş mektuplardır.” Yani bu kâinatın sayfa ve satırları arasında gezen, onun kelimelerini kaldıran, harflerini yoklayan bir kimse onların manasının hep “Allah” diye haykırdığını görecek ve kendisi de Allah diyecektir. Çünkü böyle mükemmel bir sistemin başka bir şeye nispeti mümkün değildir. Gökleri ve yeri yaratıp onlarda mükemmel bir nizam kuran Allah olduğu gibi, insan mahiyetinde ve insan fizyolojisindeki ahengi temin eden de Allah’tır (celle celaluhu). Böyleyken O’nu inkâr etmek en büyük yanlışlıktır. (20:54)

-Yeryüzü, hiçbir zaman nur-u nübüvvetten mahrum kalmamış, ara sıra muvakkat bir kuraklık hissedilmiş ise de, hemen arkadan sağanak sağanak rahmet boşalmış; binâenaleyh, her fert az-çok, bu rahmeti görmüş, duymuş, tatmış ve doymuştur. Ne var ki, tahrifin süratli olduğu yerlerde fetret de o kadar çabuk bastırmış ve o mıntıkayı karanlığa boğmuştur. Her karanlığı bir aydınlık ve her aydınlığı bir karanlık takip edip dururken, kendi iradelerinin dışında karanlıkta kalanlara da Hak, rahmet müjdesini vermiştir: “Biz peygamber göndermedikten sonra azap edicilerden değiliz.” (İsrâ Sûresi, 17/15) Demek evvelâ uyarma, sonra mükellefiyet ve daha sonra da azap veya rahmet… Vâkıa mezhep imamları, teferruatta biraz farklı düşünürler. Meselâ, İmam Maturidî ve taraftarı, “Kâinatta, her biri bir kitap binlerce delil varken Allah’ı bilmeyen mâzur olamaz” derler. Eş’arîler ise, “Biz peygamber göndermeden azap edecek değiliz..” meâl-i âlîsiyle ifade edilen âyete dayanarak, azaba müstahak olmanın, tebliği müteakip olacağı hususunu esas alırlar. İki imamın nokta-ı nazarlarını telif edenler de vardır: Bir kimse hiçbir peygamber görmemiş ve fakat inkâr mesleğine girerek puta da tapmamışsa, ehl-i necâttır. Zira, insanlar arasında öyleleri vardır ki, hiçbir terkip ve tahlil kabiliyetine sahip olmadığı gibi, eşya ve hâdiselerin seyrinden de bir mânâ çıkarması mümkün değildir. Binâenaleyh, böyle biri, evvelâ irşat edilir, ondan sonra davranışlarına göre ceza veya mükâfat verilir. Nitekim Hazreti Üstad’ın 2. Dünya Savaşı’nda ölen 15 yaşın altındaki çocuklar, yaşlılar, kadınlar münasebetiyle ifade buyurduğu husus da “Kendisine tebliğ gitmeyen, bizzat öğrenme imkânı da olmayan insan, fetret devri insanı gibi sayılabilir” düşüncesiyle ilgilidir. Ama bir insan, küfrü meslek ittihaz ederek, onun felsefesini yapıyor ve bilerek Allah’a karşı ilân-ı harp ediyorsa, o, dünyanın en ücra yerinde dahi olsa, ötede inkâr ve ilhadının cezasını görecektir. (22:42)

-Ötelerin boş temennilerine sebebiyet verecek dünyevî yanlışlardan biri de dalalettir. Dalalet; iman ve İslâmiyet’ten ayrılmak, azmak, hak ve hakikat yolundan sapmak demektir. İnsan bir kere hidayete ermekle artık bütünüyle emniyet içine girmiş sayılmaz. Herkes için her zaman düşüp kayma ihtimali vardır. Bundan dolayıdır ki, günde kırk defa

اِهْدِنَــــا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ

“Bizi sırat-ı müstakime, Sana doğru varan yola; nimet ve lütfuna mazhar ettiklerinin yoluna ilet.” ayetini tekrar ediyor; böylece

وَمَن يُطِعِ اللهَ وَالرَّسُولَ فَأُولَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولٰئِكَ رَفِيقًا

“Kim Allah’a ve Resûlüne itaat ederse işte onlar Allah’ın in’am ettiği nebi, sıddîk, şehit ve salihlerle beraberdir. Bu ne hoş bir arkadaşlık, ne hoş bir kardeşlik, ne hoş hemdem olma, ne hoş beraber bulunmadır.” (Nisâ Sûresi, 4/69) beyanında nazara verilen insanlardan olmayı diliyoruz. İşte, sırat-ı müstakime girmiş olduktan sonra yolda takılıp kalmak ya da doğru çizgiden ayrılmak da muhtemeldir. Hücumât-ı Sitte’de anlatılan virüslerin her biri insanı yere serer. Bu şekilde dalalete düşenler de ötede “keşke”lerle inleyeceklerdir. (25:17)

-Bazı kimseler de küfür ve dalalete düşmemiş olsalar bile şöhret gibi hastalıklar yüzünden âhirette “keşke” diyeceklerdir. (29:40)

-Reyn, bir şeyin üzerinin pasla kaplanması, her tarafının paslanması demektir. Cenâb-ı Hak, “Hayır hayır! Gerçek şu ki, onlar yapageldikleri o kötü işler yüzünden kalblerini is-pas sardı da (ondan dolayı inkar yaşıyorlar.)” (Mutaffifin, 83/14) buyurmuş; Allah Rasûlü de “Her günah onu işleyenin kalbinde siyah bir nokta oluşturur, bir leke yapar. Eğer kul, tevbe edip vazgeçer, mağfiret dilenirse kalbi yine parlar. Döner tekrar günah işlerse, o lekeler artar, nihayet kalbini ele geçirir. İşte Kur’ân’da yüce Allah’ın zikrettiği “râne” budur.” sözleriyle bu ilahî beyanı ve onda yer alan “râne” kelimesini şerh etmiştir. Evet, pas tutan bir kalbin bütün ufukları kararır; artık o iyiyi kötüden ayırma kabiliyetini kaybeder; beyazı siyah, siyahı da beyaz görmeye başlar; başlar ve bir daha da kendine gelmesi, fıtrî saffetini elde etmesi çok zor olur. Hatta bazen yeniden özüne ermesi bütün bütün imkânsızlaşır. Gafleti ve fenalıkları yüzünden deformasyon geçiren bir insanın artık üst üste kaymalar yaşaması da kaçınılmazdır. (31:35)

-Bir de pozitif “keşke”ler vardır. Meselâ Hazreti Ebû Bekir efendimizin dinin emirlerine riayetteki hassasiyetini seslendirircesine “Keşke kelâlenin (geride babası ve çocuğu olmayıp kardeşlerini mirasçı bırakan kimsenin) hükmünü Allah Rasûlü’ne sorsaydım!” deyişi; “Keşke mirasta nenenin hakkının ne olduğunu Rasûl-ü Ekrem’den öğrenseydim!” sözü; “Keşke Hâlid’i Perslerin üzerine gönderdiğim zaman, Ömer’i de Romalıların üzerine gönderseydim. Böylece bu iki problemi birden halletseydim.” ifadesi bu alkışlanacak “keşke”lerdendir. Çünkü bunlar, âlâya ve aksa’l-gâyâta müteveccih “keşke”lerdir. Evet, bu ifadeler, daha mükemmele talip olan bir kişinin, onu yapamadığından dolayı “keşke” demesidir; istiğfar manasına geldiğinden ve hâlis bir niyet olduğundan Allah onlara sevap yazar. (34:00)

-Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) “Eğer kalbinde haşyet olsaydı, mutlaka azalarına, tavır ve davranışlarına da aksederdi.” buyuruyor haşyet iddiasındaki gayr-i ciddileri anlatırken. (39:00)