Hüsn-ü Zanna Memuruz Ama…

Hüsn-ü Zanna Memuruz Ama…

Soru: 1) Hüsn-ü  zannın bir zaafa dönüşmesi ve istismar edilmesi söz konusu mudur? Hem “İnsan hüsn-ü zanna memurdur; herkesi kendisinden üstün bilmelidir.” disiplinine bağlı kalıp bu güzel ahlakı tabiata mal etmek hem de istismara maruz kalmamak ve aldatılmamak için hangi hususlara dikkat edilmelidir?



-Her zaman vicdana hoş gelen mülahazalarla dolu olmanın ve bir kimse hakkında müsbet kanaat beslemenin ıstılahtaki unvanı “hüsn-ü zan”dır. İyi niyet, olumlu düşünce ve güzel görüş manalarına gelen hüsn-ü zan, insanın iç saffetinin ve hayırhahlığının bir göstergesidir. Hazreti Sâdık u Masdûk Efendimiz, “Hüsn-ü zan sahibi olması, kişinin kulluğunun güzelliğindendir.” buyurmuş; hâlis niyetli, müsbet düşünceli ve güzel görüşlü olmayı İslam’ı hazmetmenin, onda derinleşmenin ve Allah tarafından görülüyor olma mülahazasına bağlı yaşama enginliğinin bir alâmeti saymıştır. (01:01)

-İdareciler gibi sırtında bir mesuliyet taşıyan insanlar, herkes hakkında hüsn-ü zan etmekle beraber, çevrelerinde olup biten hadiseleri de doğru okumalı; bir kısım zaaflarının altında ezilip kalan bazı kimselerin hem kendilerine hem de başkalarına zarar vermemeleri için tedbirler almalıdırlar. Bu teyakkuz halini korurken ve tedbirleri alırken de hiç kimsenin halkanın dışında kalmaması için çalışmalı ve -bir şekilde az uzaklaşanlar varsa- hemen ellerinden tutup onların da yeniden canlanmaları yolunda gayret etmelidirler. (02:00)

-Fahr-i Kâinat (aleyhi ekmelüttehâyâ) Efendimiz’in hiç kimseyi atmadan ve kimsenin hatasına bakmadan herkesi kazanma gayretini.. yine o Fazilet Güneşi’nin arkadaşlarına sahip çıkma ve onlara karşı vefalı olma hassasiyetini en güzel ortaya koyan misallerden biri: Hazreti Cüleybib’in iffet âbidesi oluşu ve şehadeti… (04:37)

-Cenab-ı Allah, Hazreti Adem’in tevbesini kabul etmiş ve onu bir kere daha seçkinlik zirvesine yükseltmiştir. Kur’an-ı Kerim, “…Böylece Âdem Rabbine karşı geldi de şaştı kaldı. Sonra Rabbi onu seçti, tövbesini kabul etti ve onu hidâyetine mazhar etti.” (Tâ Hâ Sûresi, 121,122) mealindeki ayetleriyle, insanların bazı kusurlarından dolayı hemen atılmamaları lazım geldiğini nazara vermektedir. İlahî ahlak; bağışlamak, yardıma koşmak, tutup kaldırmak ve merhametle muamele etmek istikametindedir. (06:25)

-Belli konumda bulunan insanlar, mesul oldukları kimseler arasında enaniyet, para, şehvet, makam, şöhret gibi zaaflarından dolayı kullanılmaya her zaman açık zayıf karakterlerin de var olabileceğini.. günümüzde ehl-i dünyanın ağını gerip av beklediğini, değişik yerlere yerleştirdiği böceklerle (!) hemen herkesi dinleyip görüntülediğini, sonra da o kayıtları şantaj malzemesi olarak kullandığını.. dolayısıyla, zaaflarının esiri bazı kimselerin ehl-i dünyanın tuzaklarına düşebileceklerini baştan hesaplamalı ve hüsn-ü zannın yanı sıra mümince tecessüsü de ihmal etmemelidirler. Evet, vurmak, kırmak, mahcup etmek, ayıplamak dinimizde caiz değildir, bir mümin bunlardan uzak durmalıdır; ne var ki, kaymaya meyilli görünen insanların o çeşit vartalara düşmelerine meydan vermemek için hüsn-ü zanla beraber çevreyi iyi okumak da gereklidir. (09:00)

-İnanan insanlar çok iffetli yaşamalıdırlar: Günahlar hakkında Allah’tan korkmalı.. hiç olmazsa kullardan utanmalı.. haramların en hayati latifeleri öldürdüğünü düşünerek bari latifelerinin canlı kalması için masiyetten sakınmalı.. bir de, şahs-ı manevinin bir ferdiymiş gibi görülen insanların hatalarının bütün cemaatin hukukuna bir tecavüz ya da hukukullah adına bir saygısızlık sayılacağını akıldan dur etmemeli ve günaha girme korkusuyla adeta titremelidirler. Zira, içinde umumun hukuku bulunan koskoca bir cemaati mahcup edip yere baktırmak öyle büyük bir vebaldir ki, o cürmü işleyen kimseyi Allah affeder mi affetmez mi bilemiyorum!.. (12:20)


Soru: 2) Bazı dönemler ve şartlar açısından ya da meselenin ferdî hak veya içtimaî hukuk olması zaviyesinden hüsn-ü zannın bir adım geriye çekilmesi gerekebilir mi? “Hüsn-ü zan ve adem-i itimad” esasının uygulanma sahası konjonktüre göre değişir mi? (16:45)



-Aynı mefkureye gönül vermiş insanlar arasında hüsn-ü zannın ve güvenin ana unsurlar olduğu; kesin bilgilere dayanmayan haberlerden, sudan bahanelerden, bir kısım şüphe ve vesveselerden dolayı kardeşlerin birbirlerine karşı asla itimatsızlık etmemelerinin gerektiği unutulmamalıdır. Bununla beraber, herkesin yüce mefkuremize gelmesi ve bu salih daireden istifade etmesi konusundaki hırsımız sebebiyle vizesiz davrandığımız ve serbest bölge politikası uyguladığımızdan dolayı bazı kötü niyetli insanları sezememiş ve onların da aramıza girmelerine zemin hazırlamış olabiliriz. Evet, bir kısım şerli insanlar, bizim hüsn-ü zan ahlakımızı bir zaaf gibi görüp suiistimal ederek tahrip düşüncesiyle içimize girebilirler. İşte, böyle bir tehlike ihtimaline binaen, gerektiğinde “insanların zaaflarına karşı tedbirli olmak ve mülahaza dairesini açık bırakmak” manasına kullandığımız “adem-i itimad” prensibini işletebiliriz. (17:07)

-Umumun hukukunu gözetmenin gereği olarak, üzerinde nifak alâmeti bulunan insanlara bir kısım vazife ve sorumluluklar verip vermeme hususunda daha temkinli olmak lazımdır. Bu hususta, Üstad hazretlerinin ortaya koyduğu “hüsn-ü zan, adem-i itimat” prensibine göre hareket edip, Kur’an hizmetinden onların da nasipdar olmaları için, o türlü insanlara da halkada yer verme ama onları hassasiyet gerektiren konumlardan uzak bulundurma yoluna gidilmelidir. Böylece, hem amme hukuku korunmalı hem de o insanların da çirkin sıfatlardan kurtulup samimi birer mü’min olabileceklerine dair hüsn-ü zannımızın gereği ortaya konulmalıdır. (22:12)

-Biz şahsen Hizmet’e ihanet etmemekle mükellef olduğumuz gibi, başkalarının ihanetine sebebiyet verebilecek şekilde gaflet içinde bulunmamakla da mükellefiz. İhaneti görmezlikten gelmek de tecviz edilemez; Allah, onun hesabını da sorar. (25:07)


Soru: 3) Değişik vesilelerle “Her zaman hüsn-ü zanda bulunmak bir esas olduğu gibi, başkalarını sû-i zanna sevk edebilecek davranışlardan uzak durmak da çok önemli bir düsturdur.” buyurmuştunuz. Töhmet mahallerine yaklaşmamak, başkalarını su-i zanna sevketmemek için yeterli midir? (25:48)



-Hep hüsn-ü zanna bağlı yaşamanın yanı sıra, herkesin kendi durumunu gözden geçirmesi ve sû-i zan uyaracak hallerden sakınması da icap etmektedir. Günümüzde “İttekû mevâdia’t-tühem – Sizi zan altında bırakacak yerlerden uzak durun, töhmet noktalarında bulunmaktan sakının!..” mealindeki hadis-i şerife bağlı hareket etmek eskiye nisbeten daha da hayatî bir ehemmiyeti haizdir. Evet, töhmet fiillerinin cereyan edebileceği yerlerden, onlara götüren duyguları tetikleyebilecek hallerden ve bir lokma, bir kelime, bir dinleme ve bir tecessüsle insanı özünden koparabilecek kaygan zeminlerden uzak durmaya çalışmak gerektiği gibi, sû-i zanna sebep olacak pespaye davranışlardan kaçınmak ve kötü düşüncelerin oluşmasına meydan vermemek de lazımdır. (26:13)

-Kadın ve erkekler belli ölçüde din-i mübin-i İslam’ın envarından beraber istifade edebilirler. Ne var ki, her meselede mümkün mertebe günah zemininden uzak durmaya çalışmak gerekmektedir. Bu konudaki temkinli davranışa “fenalıklara giden yolları kapatmak” manasına “sedd-i zerâi” denilir. Esasen sedd-i zerâi Kur’ânî bir yoldur. Meselâ bir ayette “zina etmeyin” denilmemiş de, “zinaya yaklaşmayın” denilmiştir. Ve yine “yetim hakkını yemeyin” denilmeyerek “yetim malına yaklaşmayın” ifadesi kullanılmıştır. Bunlar ve benzeri ayetler bize, insan hayatında sedd-i zerâinin önemini anlatması bakımından çok dikkat çekicidir. (27:20)

-Hadis ve siyer kitaplarında, Asr-ı Saadet’te kadınların bayram namazlarına, hüsuf ve küsuf namazlarına, hatta yağmur dualarına iştirak ettiklerine dair misaller verilmektedir. Şu kadar var ki, Ashab-ı Kiram efendilerimiz ihtilat (kadın erkek karışık durma) olmaması konusunda çok hassas davranırlardı. Nitekim, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuştu: “Erkeklerin saflarının en hayırlısı en öndekidir; en şerlisi ise, en arkada olandır. Kadınların saflarının en şerlisi öndekidir; en hayırlısı ise sonuncusudur.” Namaz için biraraya gelmiş insanların dahi şeytanın tuzaklarından emin olmadıklarını ve yakışık duygu, düşünce ve hayallerden uzak kalma yolunda tedbir almaları gerektiğini ima eden bu hadis-i şerif de sedd-i zerai adına lâl ü güher mübarek bir beyandır. (28:23)

-Töhmete yol açabilecek hususları, özellikle de günümüzde tasvip etmek kat’iyen mümkün değildir. Çünkü, bugün ferdîlikten ziyade şahs-ı manevî söz konusudur. Her Müslüman’ın tavır ve davranışının şahs-ı maneviye ve bütün mü’minlere mal edilmesi mevzubahistir. Şimdilerde tek ferdin yakışıksız bir hareketi bütün inananlara kredi kaybettirebilmektedir; tutarsız davranışlar sergileyen bir insan, bütün Müslümanları zan altında bırakmaktadır. (30:45)