Engelliler ve Asıl Engeller

Engelliler ve Asıl Engeller

Soru: Doğuştan veya sonradan, herhangi bir hastalık ya da kaza sonucu, bedenî, zihnî, içtimaî ve hissî kabiliyetlerini çeşitli derecelerde kaybettiğinden ihtiyaçlarını karşılamada ve toplum hayatına uyum sağlamada zorluklar çeken ve günümüzde “engelli” tabir edilen kimselere İslam’ın bakışı nasıldır? Ayrıca, bazı engellilerin kaderi tenkit ettikleri ve çeşitli psikolojik rahatsızlıklara düştükleri görülüyor; kimi insanların da onları küçümseme ve dışlama türünden yanlış davranışlarına şahit olunuyor? Bu konuyla alâkalı mülahazalarınızı lutfeder misiniz?



-Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetinin dertleriyle alâkadardı; hor görülme ihtimali olan kimselere karşı özel muamelede bulunur; mübarek beyanlarıyla, davranışlarıyla ve iltifatlarıyla onlara yönelen çirkin bakışları hemen izale ederdi. (01.19)

-Rasûl-ü Ekrem (aleyhi ekmelüttehaya) Efendimiz’in pazarda dış görünümü itibariyle farklı olan bir Sahabiye arkadan sarılıp gözlerini kapatarak iltifatta bulunması… (02.03)

-Cahiliye dönemi toplumu kız çocuklarını diri diri gömer, kadınlara kıymet vermeyip onları dışlardı; onların, işlerine yaramayan engelli kimseleri eleme gibi de bir ahlakları vardı. İnsanlığın İftihar Tablosu, bir peygamber tavrıyla toplumdaki o kötü âdetleri değiştirerek, onların yerine İslam’ın yüce ahlakını ikame etmek suretiyle, o derbeder, perişan, alabildiğine sergerdan ve serseri toplumdan dünyayı idare edebilecek medeniyet muallimi insanlar çıkardı, Allah’ın izni ve inayetiyle. (04.15)

-Yemenliler güzel sesleriyle Kur’an okurken, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, Ashabına pencerelerini açıp dinlemelerini işaret buyuruyor. Ubey ibn Ka’b, Allah Rasûlü’nden “Rabbim emretti, ‘Ubey Beyyien suresini sana okusun’ buyurdu” sözünü duyunca, “Adımı da andı mı ya Rasulallah?” diye soruyor. “Andı” cevabını alınca Hazreti Ubey hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Peygamber Efendimiz bu türlü beyan ve davranışlarıyla ehl-i maarife değer atfediyor ve iltifat edilecek mevzularda herkese rehberlik yapıyor. (07.29)

-Ebu Musa el-Eş’ari de Yemenliydi ve Yemenliler Kureyş kast sistemine göre aşağılarda bulunan, yabancı, taşralı gözüyle bakılan kimselerdi. Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, Ebu Musa el-Eş’ari’yi Yemen’e mübelliğ olarak göndererek ona iltifat etmişti. Peygamber Efendimiz bazı kimselere nasıl davranılması lazım geliyorsa, o davranışı ortaya koymak suretiyle diğer insanların gözlerini açıyor, rehberlik yapıyor; dışlanan kimseleri onure edip yüreklendiriyor; onlar da vazifelerini yerine getirirken arkalarında kimin olduğunu düşünerek daha dikkatli yaşıyorlardı. (09.30)

-Bilal-i Habeşi teninin renginin, kıvırcık saçlarının, ‘şin’ harfini çıkaramamanın mahkumu idi; Arapça’yı çok iyi kullanan Arapların Bilal-i Habeşi (radıyallahu anh)’a bakışlarına rağmen Allah Rasulü onu baş müezzin tayin etti, orduyu sevkederkenki komutlarını duyurma vazifesini ona verdi ve böylece bir insanı kölelik hadidinden alıp efendilik zirvesine çıkardı. O toplumda yaygın olan âleme hor bakma hastalığını tedavi etti; kusur görülebilecek yerleri görmeme, insanların güzel yanlarına ve Allah’la irtibatlarına bakma ahlakını yerleştirdi. (12.11)

-Körler, sakatlar, aliller, topallar, kötürümler, bütün bunlar Allah Rasûlü’nden seviyelerine göre teveccüh ve iltifat görüyorlardı; Allah Rasûlü toplum içinde onların konumlarını vurgulamak suretiyle etrafındaki insanlara da onlara karşı saygı duygusunu aşılıyordu. (14.11)

-Çok kimseye düşen vazifeler var, bu vazifelerin bazıları dinle, bazıları pedagojiyle, bazıları da psikolojiyle alâkalı mevzulardır. Dini açıdan bakınca, Allah onu öyle yaratmış, hakkında öyle takdir etmiş; her şeyden önce, Allah’ın o mevzudaki takdirine saygı duymak ve o insanları hafife almamak lazım. Onda güzel bulup takdir edecek o kadar güzel yanlar var ki, evvela ahsen-i takvim.. saniyen, iç yapısı itibariyle inkişaf ettiği zaman letaif-i zahiriyesi, havas-ı batınasıyla melekleri geride bırakabilecek bir donanımı haiz. Böyle bir insanın, sadece dış yüzü itibariyle, cildindeki bir-iki kabarcığa takılarak, Allah’ın onda adeta bir hazine gibi sakladığı meselelerin bütününü görmezden gelmek Cenab-ı Hakk’a ait ondaki o güzellikleri görmemektir ki, din adına çok sakıncalıdır. (14.40)

-Engelli kimselerin psikolojik olarak, mekteplerde rehabilite edilmesi ve devletin bazı yerlerinde onlara durumlarına göre iş alanları oluşturulması gerekiyor. Ama ne yazık ki, ne günümüz mekteplerinde onları bulundukları sıkıntılı durumdan çıkaracak bir eğitim, ne onları temelden düşünüp değişik yerlere yerleştirecek bir sistem, ne de bizde öyle yerleşik bir Kur’an ahlakı var. (19.18)

-Ne okul, ne mabed, ne toplum, ne de sokak engellilerin ihtiyaçlarını karşılayabiliyor. Neş’et edilen ortamın da bozuk olması nedeniyle, engelliler bir manada gariptirler. Onlar bu garipliklerinin farkında olup, Allah’a yönelseler, Allah’ın inayetiyle ahiretlerini kurtarırlar. Mesele, topyekün bir toplumu bütün müesseseleriyle ilgilendiren bir mevzudur. (22.23)

-Din açısından meseleyi değerlendirince, Allah onun ayaklarını bu dünyada aldığına, ona bu ızdırabı yaşattığına göre, öbür tarafta ona herkesten farklı ihsanlar, faik ayaklar nasip edecektir. Amr ibn Cemuh’un şehit olup, eğri bacaklarının Cennet’te düzeldiğinin Efendimiz tarafından görülmesi bu hakikatin şahitlerindendir. (23.20)

-Başkalarına örnek olma adına bazı şeylere katlanma çok önemlidir. Sara hastalığına müptela bir kadının Cennet’te kazanacağı şeylere bedel bu dünyada hastalığının devamını tercih etmesi… (24.10)

-Günümüzde küfür sözleri ve kaderi tenkit çok yaygın. Dilin nezahetinin, iffetinin korunması çok önemli olduğu gibi dinin namusunun, şerefinin korunması da çok önemlidir. Başımıza gelen sıkıntılarda bizim kendi istihkakımızı gözardı ediyoruz. Meseleyi tek yanlı ele alırsak, sadece başa gelen şeyler itibariyle ele alır ve kendimizi görmezden gelirsek çok ciddi bir hata yapmış oluruz. “Allah zalim değildir, -ortada öyle bir şey varsa- insanlar kendi kendilerine zulmetmişlerdir.” (Yunus, 10/44) (26.10)

-“Bu benim kabahat ve kusurlarımın neticesidir; böyle bir duruma maruz kalışım benim istihkakımdır” demek ve sonra da kazaya rıza göstererek sabah akşam “Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, nebi ve rasûl olarak da Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’den razı olduk!” sözünü gönülden tekrar etmek mü’mince bir tavırdır. (30.00)

-Üstad Bediüzzaman hazretlerinin kendi başına gelen şeyleri mukarrabine yakışır şekilde, kendi istihkakıymış gibi değerlendirmesi… (30.35)

-Kulun başına gelen şeyleri kendi istihkakı olarak değerlendirip arka planını araştırması, onu tevbeye sevkeder; öyle bir mülahaza içine girmesi hem Allah tarafından ekstra bir lütfun gelmesine vesiledir, hem de o insanın kaderi tenkidine engeldir. (32.50)

-“Başınıza gelen her musîbet, işlediğiniz günahlar (ihmal ve kusurlar) sebebiyledir.” (Şura, 42/30)  Bu ayet münasebetiyle İbn-i Ebi Hatim, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’den –şu mealde– bir hadis rivayet ediyor: “Ayağına bir diken batsa, sürçsen, sıkılsan, terlesen, konuşurken bir iki kelimede sürç-ü lisanda bulunsan ve bunların hepsinde sıkıntıya girsen, bilmelisin ki, bunlar senin bir kısım kusur ve kabahatlerinin senin tavırlarına aksetmesinden başka bir şey değildir.” Allah onları günahlarına keffaret olması için verir. Bütün sıkıntılarda kendi kusurlarını sebep ve sâik olarak görürsen, ne kaderi tenkid eder, ne de dışta bir suçlu ararsın. Nefsini suçlu gören insan dışta suçlu aramaz. Dışta suçlu arayan bir insan da hiçbir zaman gerçek suçluyu yakalayamaz. (33.20)

-Bir kimsenin, başına bela gelen bir başkası hakkında “o hak etmişti” demesi günahtır; o düşünce su-i zan, o söz de gıybet olur; hele hak etmemişse iftira olur. (35.34)

-“Sarfedecek bir şey bulamadıkları için gözleri yaş döke döke geri dönüverdiler.” (Tevbe, 9/92) mealindeki ayet-i kerime ile Allah (celle celaluhu), mazeret sahiplerini fisebilillah mücahede edenlerle birlikte tutuyor, takdir ve tebcil ediyor. Engelliler gerektiği ölçüde mücahedede bulunamadıklarından, arkadaşlarıyla beraber gidilmesi lazım gelen yerlere gidemediklerinden ötürü içlerinde derin bir teessür duyuyorlarsa, o teessür onlar için ibadet hükmüne geçer. Engellerinden dolayı bazı şeyleri yapamayanlara, mesela hicret edemeyenlere düşen teessürdür, “keşke ben de yapsam” demeleridir. Giden arkadaşlara düşen de onları yanlarında götürmeleridir. Engellilerin her şeye rağmen ülkesini, yurdunu, yuvasını terkedip hicret etmeleri, halleriyle öyle bir derstir ki, çok önemlidir. Onlar, içinde bulunduğu heyet için de moral kaynağı olurlar. (35.30)

-Musibetlerin, belaların -sabrediyorlarsa- insanları amudi yükseltmesi söz konusudur. Cenab-ı Hak burada onların ellerinden aldı, öbür tarafta muzaafını, mük’abını ihsan edecek. Onlar öyle bir mükafatla sefiraz kılınacaklar. Dünyada elin, dilin, gözün, kulağın ne büyük birer nimet olduğunu hatırlatma adına, bunların kıymetlerini bilmeyen insanlara da Allah engelliler vasıtasıyla ders vermiş olacak. “Allah’ın nimetlerini sayıp dökmeye kalksanız sayamazsınız, ama gel gör ki, insan çok zalim, haddini bilmez, saygısız ve çok nankördür.” (İbrahim, 14/34) (37.55)