Câmilerimiz ve Mescid-i Dırâr

Câmilerimiz ve Mescid-i Dırâr

Soru: 1) Asr-ı Saadet’te mescidin fonksiyonları nelerdi? Günümüz şartlarında, camilerimizin hem mimârî açıdan hem de ictimâî hayattaki yeri zaviyesinden, Asr-ı Saadet’teki ruhla yeniden şekillendirilmesi hangi hususlara bağlıdır?



-Câmi; biraraya getiren, toplayan ve içine alan manalarına gelmektedir. Mescid ise, kelime manası itibarıyla “secde edilen yer” demektir; fakat, çoğu zaman, namaz kılınan ve ibadet edilen yer manasına “câmi” isminin yerine de kullanılır. (00:51)

-Kulun, Cenâb-ı Hakk’a en yakın olduğu hâl, secde hâlidir. “Baş-ayak aynı yerde, öper alnı seccade / İşte, insanı yakınlığa taşıyan cadde..!” (02:22)

-Adını, kulluğun ve kurbetin remzi sayılan secdeden alan “mescid”in ilk fonksiyonu, içinde ibadet edilmesidir. Şu kadar var ki, İslâm’da ibadet kavramı çok geniş yelpazede tezahür eder. Mücerret namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve hacca gitmek ibadetin nasslarla şekillenmiş örnekleri olmakla birlikte, ibadet sadece bunlardan ibaret değildir. Bu zaviyeden bakılacak olursa, “mescid” ibadet adına her niyet ve davranışın sergilendiği yerdir; fonksiyonu da bu anlayışa göre çok geniş bir daireyi ihtiva etmektedir. Belli bir yere çekilip kalb ve ruhun derece-yi hayatına yükselmek için kullukta derinleşmek demek olan i’tikâf  ibadetinin mekanı da yine mesciddir ki, Asr-ı Saadet’te kadınların da i’tikaf yaptığı bilinmektedir. (03:00)

-Saâdet asrında mescid, hem bir zikirhane hem de tam bir mektep/okul görevi üstleniyordu. Ashab-ı Kiram mescidde zikir ve ilim halkaları oluşturuyor; bir yanda Mevlâ-yı Müteâl’i zikrediyor, diğer tarafta da, okuma yazma, Kur’an, ilmihâl ve hadis öğreniyorlardı. (05:33)

-Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, Ashab-ı Kiram ile beraber bir halka halinde mescidde otururlarken, içeriye üç kişi girmiştir. Sonradan gelen o üç kişinin ikisi Rasûlullah’ın huzurunda durmuş; bilâhare onlardan biri halkada bir boşluk bularak oracığa oturmuştur. Diğeri de, halkaya dahil olmasa bile cemaatin hemen arkasında bir yere oturmuştur. Üçüncü şahıs ise, mescidde durmamış, arkasını dönüp gitmiştir. O esnada Ashabına nasihatte bulunan Rehber-i Ekmel Efendimiz, anlatmakta olduğu meseleyi bitirince şöyle buyurmuştur: “Bu üç kişinin halini size haber vereyim mi? İçlerinden biri Allah’a sığındı, Cenâb-ı Hak da onu ilahî himayesine aldı. Diğeri (arkadaşlarına sıkıntı vermekten) utandı, Allah da ondan (ona azap etmekten, Şanına yaraşır şekilde) haya etti. Öteki ise (o meclisten) yüz çevirdi, Allah da ondan (Zâtına has bir mahiyette) yüz çevirdi.” (09:27)

-Mescid, o kutlu dönemde mabed olma dışında içtimaî hayatın gerektirdiği her faaliyetin yapıldığı bir merkez hüviyetindeydi. Mescid-i Nebevî, devletin idare merkezi özelliğini de taşımaktaydı. Elçiler orada karşılanır, bazen orada misafir edilirdi. Allah Rasûlü (aleyhissalatu vesselam) günümüzün ifadesiyle diplomatik görüşmelerini de mescidde yapardı. Gelen elçilerle, Mescid-i Nebevî’nin “üstüvânetu’l-vüfûd – sefirler sütunu” adı verilen yerinde görüşürdü. Mesela; Necranlılar, Peygamber Efendimiz’in gerçekten bir peygamber olup olmadığını araştırmak üzere, altmış kişilik bir heyetle Medine’ye gelmiş ve Allah Rasûlü ile görüşmek üzere mescide girmişlerdi. İbadet vakitleri geldiğinde de, Mescid-i Nebevî’de ibadet etmek istemişlerdi. Sahabe’den bazısı bu heyetin mescidde ibadet etmelerine engel olmayı düşünmüş; ancak Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), ibadetlerini serbestçe yapabilmeleri için Necranlı Hıristiyanlara dokunulmamasını emretmişti. Neticede, içinde papazların da bulunduğu Necran heyeti Mescid-i Nebevî’de, doğu tarafına yönelerek rahat bir şekilde ibadetlerini yapmışlardı. (11:13)

-Câmilerimiz, aslında kadınların da ibadet hazırlıklarını rahatlıkla yapabilecekleri ve huzur-u kalble Cenâb-ı Hakk’a yönelebilecekleri ibadet mekanlarıdır. Maalesef, onlar, uzun bir süre mescidlerin nurlu atmosferinden mahrum bırakılmıştır ki bu, caminin tamamiyeti adına bir gedik sayılır. Günümüzde, mescidlerin bünyesinde, kadınların da rahatlıkla abdest alabilecekleri ve hatta i’tikaf yapabilecekleri müsait yerlerin hazırlanması gerekmektedir. (14:55)


Soru: 2) Fonksiyonlarını edâ edemeyen mescidlerin, bir fitne ve iftirak merkezi olarak bina edilen “Mescid-i Dırâr”a dönüşmesi ihtimali var mıdır? Mescid-i Dırâr, o dönemdeki bir nifak yuvasına ait özel bir isim midir; yoksa her dönemde “Mescid-i Dırâr”ların olması ihtimalinden bahsedilebilir mi? (17:30)



-Câmi, mü’minleri diz dize, omuz omuza aynı safta biraraya getiren, birlik ve beraberliğin remzi mübarek bir mekandır. Ne var ki, bu kutlu mabedi bile nifak yolunda kullanmaya kalkışanlar çıkmıştır. Ezcümle, Müslümanlara zarar verme amacıyla, münafıklar tarafından Medine’de inşa edilen böyle bir mescit Kur’an’da Mescid-i Dırâr olarak tavsif edilmiş ve daha sonra bu adla anılmıştır. (17:54)

-Münafıklar, İslâm aleyhindeki faaliyetlerini açıkça ve rahatça yapamadıkları için gizli çalışmalarını yürütmeye elverişli bir merkeze ihtiyaç duyuyorlardı. Bunun üzerine, Hicrî 9, Miladi 630 senesinde Medine’de Sâlim b. Avf Oğullarının bölgesinde Kubâ Mescidi’ne yakın bir yerde sözde bir mescit inşa ettiler. Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Tebük Seferi’nden dönerken Medine yakınlarında Tevbe Suresinin 107-110. ayetleri nazil oldu. Bu ayetlerde söz konusu mescidin zarar verme (dırâr), inkar etme, Müslümanlar arasında ayrılık çıkarma, daha önce Allah ve Rasûlune karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlama amacıyla yapıldığı, münafıkların bu gayelerini gizlemek için “Biz sadece iyilik yapmak istiyorduk” diye yemin ettikleri, fakat aslında yalancı oldukları belirtiliyordu. Münafıkların sinsi planlarını açığa vuran bu ayetler üzerine, Allah Rasûlü bu mesciti yakıp yıktırarak müslümanlar arasında fitne kaynağı olmasına izin vermemiştir. (20:00)

-Mescid-i Dırar belki bir tanedir; fakat, İslam tarihinin hemen her döneminde “Mescid-i Dırar ruhu”nu canlandırıp fitne ocakları tüttüren kimseler olmuştur. Hemen her zaman diliminde, farklı keyfiyet, desen ve şivelerde, camide değilse de bir binada ya da sıradan bir evde, mescid-i dırar müezzinliği yapan münafıklar görülmüştür. (23:30)
Soru: 3) Mescid âdâbı açısından, “Ey Âdemin çocukları, her mescide gidişinizde en güzel hâl ve heyette bulunun! Yiyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri asla sevmez!..” (A’râf, 7/31) mealindeki ayet-i kerimeyi nasıl anlamalıyız? (25:50)

-Âyet-i kerimede, “ey iman edenler” denilmeyip “ey Âdem’in çocukları” sözüyle hitap edilmiştir. Bu hitap, câmilerin kapılarının herkese açılmasına ve mescidlerden herkesin istifade etmesi için zemin hazırlanmasına teşvik iması taşımaktadır. (26:08)

-Mescid bir toplantı yeri olduğundan, en uygun kıyafetle, tertemiz bir elbiseyle ve imrendirici bir keyfiyette oraya gitmek gerekir. Özellikle Cuma namazlarına giderken, gusül abdesti almak ve güzel kokular sürünmek lazımdır. Soğan, sarımsak yemenin ya da mide, boğaz veya ağızdaki bir hastalığın hâsıl ettiği kerih kokularla, başkalarını rahatsız etmemeye, tiksindirmemeye ve kaçırmamaya dikkat edilmelidir. (27:18)

-Yeme içmede olduğu gibi giyinme ve süslenmede de israfa girilmemelidir. Temiz giyinmek, israfa kaçmayı gerektirmez. (31:27)